Irak Kürt Bölgesel Yönetiminde 25 Eylül günü yapılan bağımsızlık referandumunu siyasi ve güvenlik boyutlarıyla konuşuyoruz hep. Ekonomik ve stratejik sonuçlarıyla ya da.
Ben ahlaki bir boyut da olduğu kanaatindeyim.
Anlatayım.
Barzani yönetiminin hangi iç-dış siyasi gereklilikler, öncelikler yahut vaatlerle referandum kararı aldığından bağımsız olarak söylüyorum bunu.
Sadece siyasi bir hata yapmadılar.
Ahlaki bir hata da yaptılar.
Türkmenler ve Araplarla birlikte sahip oldukları kendi topraklarının hırsızı olmayı seçtiler.
İşgalci İsrail’in Irak Kürtlerini gaspa teşvik etmesi, meydanlarda İsrail bayraklarının açılması boşuna değil.
İç hukuk yolları tamamlanmış, hiç değilse denenmiş olsaydı bu algı-olgu bu kadar keskin olmayabilirdi.
Ama el çabukluğu marifet, bir oldubittiyle iş bitirmeye tevessül ettiler.
Erbil’deki meclis iki yıldır kapalıyken, Bağdat’taki meclisten referandum kararı çıkmamışken, anayasa henüz yazılmamışken, seçimler yapılmamışken ve Barzani’nin görev süresi çoktan bitmişken yaptılar bunu.
Geçmişte de olduğu gibi. Irak’ta bir milyon insanın ölümüne, Ebu Gureyb’de insanlık dışı işkencelere ve nihayetinde Irak’ın bölünmesine neden olan ABD işgalinde işgalciyle işbirliği yapmak…
Ne için? Zaten kendisinin olan, üzerinde yaşadığı toprağın tapusunu, okyanus ötesinden gelip postalıyla onurunu çiğneyenden almak için.
Karşılığında tartışmalı bölgelerde peyderpey hakimiyet kurabilmek için.
Kerkük’ün nüfus yapısını değiştirip, tapu dairelerindeki belgeleri yakarken Türkmenlerin ve Türkiye’nin itirazları ellerini tutamasın için…
Değer miydi peki, ABD ve İsrail’e bağımlı bir “bağımsız Kürdistan” için çok değerli bir şeyden vazgeçmeye?
Bağımsızlık ne zaman?
IKYB Başbakanı Neçirvan Barzani referandum sonrasında sanki bölgeyi daha da istikrarsızlaştıracak, yeni çatışmalara ve türedi teröre sebep olacak, Türkiye’nin kuşatılmasına katkı sunacak adımın siyasi sorumluları onlar değilmiş gibi yapan açıklamalar yaptı.
Sonuçları hafifletmeye çalıştı.
“Savaşa yol açacak bir bağımsızlığı istemiyoruz” gibi iyi çalışılmış bir cümle kurdu.
Söylediklerinden biri de bağımsızlığın hemen ilan edilmeyeceği idi.
Elbette.
Kimse ertesi gün bağımsızlık ilanı beklemiyordu zaten.
Bu işin böyle yürütülmediğini de görüyoruz.
1970’de imzalanan otonomi anlaşmasının 1991’de Irak işgaliyle sınırlara kavuşturulduğunu, 2003’te ikinci ABD işgaliyle fiiliyata geçirildiğini biliyoruz.
2017’de yapılan referandumun bağımsızlıkla sonuçlanacak yeni bir evreyi başlattığına da şüphe yok.
Adı kondu bir kere.
Diplomatik alanda yapılacak bir dizi çalışma, dışsal müdahaleler, oluşturulacak yeni mecburiyetlerle on yıllar içinde bağımsızlığın gerçekleştirilmek istendiği anlaşılıyor.
Bölgedeki gelişmeler bunun alameti.
Türkiye ve bölge ülkeleri Irak’ın kuzeyi ile meşgulken PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde otonomi hazırlığına hız verdiği ise gelişmeleri dikkatle takip edenlerce malum.
PKK’nın arkasındaki gücün vaktiyle Barzani’nin ardındaki güç olduğu, 90’lardan itibaren bölgenin anlamlı bir takım müdahaleler ve başarılı hatalarla parçalanmakta olduğu ve bağımsız bir Kürdistan zuhur edene dek böyle devam edeceği anlaşılıyor.
ABD eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Barzani’ye açık vaadi var bir de, 2015 tarihli:
“Müsterih olun, ömrümüz bağımsız Kürt devletini görmeye yetecek.”