Michael Billing meşhur kitabı Banal Milliyetçilik'te (Banal Nationalism) şöyle bir tespitte bulunuyor: "Bugünlerde bazı analizciler ulus devletin modern çağa ait olduğunu ve post modern, küreselleşmiş dünyada gün geçtikçe aşınmakta olduğunu iddia etmekteler (...) Burada temel bir paradoks var; ulus-devletin çöküşünü ileri süren milli kimlik ve post modernlik teorileri, kuvvetli bir milletin, Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel hegemonya için teşebbüste bulunduğu bir dönemde dile getiriliyor. Küresel kültürün kendisinin milli bir boyutu var, aynı Birleşik Devletler'in sembollerinin evrensel semboller olarak görülmesi gibi."
Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Demir Perde Ülkelerinin Sovyet hegemonyasından çıkmaya başlamasıyla birlikte tarihin sonunun ilan edildiği ve ABD'nin askeri, kültürel, politik anlamda hakimiyetinin artık sorgulanmadığı ve özgür dünyanın mümessili olarak görüldüğü yeni bir evreye girildi.
Öyle ki dünya üzerindeki tüm muhalif ideolojik örgütlerin kontrol edilebildiği, kullanılabildiği solcusundan sağcısına, İslamcısından liberaline her nevi politik temayülün içine Amerika'nın kaçtığı bir vasat oluştu.
***
Bu vasat zaten Soğuk Savaş şartlarında mayalanmaya başlamıştı. "Liberal değerler" ise her şartta olmanız gereken bir 'ahlaki' temeli teşkil ediyordu. Yani 'normal' olan, 'iyi' olan liberal olmaktı. Birlikte yaşayabilmenin, uzlaşabilmenin, çokkültürlülüğün vs. imkanı ancak liberal değerlerin hakim olduğu bir ortamda bulunabilirdi. Bunlar da zaten ABD'nin ihraç ettiği şeylerdi. Yerleşik düzenle sorun yaşayan herkesin Batılı değerlere öykünmesi işten bile değildi.
Türkiye'de 80'lerin ve 90'ların travmatik darbe tecrübelerinin, çevrenin merkeze giriş yollarını vesayet kurumlarıyla tıkayan müesses nizamın, elit değişimine asla izin vermeyen, Anadolu'dan çıkıp geleni de kendi çarkında mutlaka öğüten rejimin dişlilerinin yol açtığı bir şeydi bu biraz da. Herkes liberalliği bir 'özgürlük' kavramı olarak kullanıyor, solcu da olsa, İslamcı da olsa önce illa ki liberal olması gerektiğini hissediyordu.
***
Obama'nın ABD'ye başkan olduğu yıllar "liberal iyimserliğin" tüm İslam dünyası için neredeyse uyuşturucu etkisi yaptığı bir ana işaret eder. Mısır Parlamentosu'nda Allah'ın selamını vererek yaptığı konuşma, ABD'nin İslam dünyasına bakışının değiştiğine yoruldu. Bush'un karanlık mirası (belki de Müslüman olan!) Obama tarafından unutturulacaktı.
Sonrasında yaşananlar malum... Gücünü ve meşruiyetini halkından almayan ve dolayısıyla halkına güvenmeyen Arap liderlere karşı başlayan haklı isyan dalgası...
Lidersiz, zamansız ve handiyse İslam dünyasını bugünkü zayıf, paramparça ve belirsiz hale sokmak üzere planlandığı duygusu yaratan Arap Baharı süreci...
Suriye vasatının sınırlarımızı istikrarsızlaştırması ve FETÖ-DEAŞ-PKK-PYD üzerinden Türkiye'nin yıpratılması planının da bu sürecin bir parçası olduğunu düşünebiliriz.
***
Devleti, milleti, bayrağı, vatanı, şehidi aşağılayanlar, devletin sert gücünü yahut hukuki varlığını yani devletliğini gösterdiği her anda Türkiye'yi Batılı dostlarına şikayet edenler dahası ABD Türkiye'den ne istiyorsa içeride onu tekrar edenler Billing'in dediği gibi "Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel hegemonya"sı için çalışıyor.
Kendi milletini, kendi devletini sözde liberal değerler üzerinden yıpratmaya çalışırken; siyaseti ve demokrasiyi bunun için araçsallaştırırken sadece ülkesine ihanet etmiş olmuyor, "en kuvvetli milletin", ABD'nin küresel hegemonyasına da odun taşıyor.
Afrin operasyonuna hayır demek, PKK/PYD'nin dibimizde bir terör devleti kurmasına ve ABD'nin de üsleri bulunan bu terör yuvası tarafından Türkiye'nin devamlı suretle tehdit edilmesine razı gelmek, dahası bunu istemek anlamı taşıyor.