Bugün İslam İşbirliği Teşkilatı, dönem Başkanı Türkiye'nin önderliğinde Ankara'da toplanıyor. Trump'ın Kudüs açıklamasından hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan İİT'yi toplanmaya çağırmış, devam eden günlerde yoğun bir telefon diplomasisi yürüterek Kudüs konusunda İslam ülkelerinin liderlerinin yanı sıra Vatikan'dan AB'ye, Macron'dan Putin'e önemli kurum ve aktörleri de konuya hassasiyete davet etmişti.
Tüm bunlar olurken İslam dünyasında sokaklar ayaktaydı, Filistin'de başlayan 3. İntifada'ya Müslüman halkların yanında Batı'dan da destek geldi.
Diplomatik çabaya, halkların tepkisine, İsrail ve ABD'den başka (ki ABD içinde de özellikle Demokrat Partililerden itirazlar yükseldi) bu kararı onaylayan ülke olmamasına rağmen bir geri adım söz konusu değil. Neden?
"Sonuç alıcı hareket ne?" sorusuna cevap aramadan önce mevcut durumun izahını yapabilmek gerekiyor. Fiili olarak sürdürülen işgale de Kudüs tek taraflı alınan son karara da Birleşmiş Milletler nezdinde temsil edilen tüm ülkeler karşıyken nasıl oluyor da İsrail bana mısın demiyor? Nasıl oluyor da ABD, barışı tesis ve ülkeleri birbirine karşı korumak üzere ihdas edildiğini iddia ettiği uluslararası düzeni ve hukuku hiçe sayarak böyle bir karar alabiliyor?
Konu gündeme geldiğinden bu yana "Kudüs'ün statüsü" denilerek bahsedilen şeyin fiili işgal durumu olduğunu ve bu güne kadar bu işgalin devam ediyor oluşunun neredeyse kanıksandığını belirtelim önce. İsrail'in bu kanıksama sayesinde yerleşim yerlerini artırdığını, ABD'nin bunlara itiraz ederken bile arka kapıdan yerleşimler için finans desteği sağladığını da...
Yani aslında "dünya düzeni" dediğimiz şeyin orman kanunlarından çok da farkı yok. Güçlünün kuralı koyduğu, o kuralı da istediği zaman ihlal ettiği, uluslararası hukuk ve kurum denilen yapıların güçlenmekte olan aktörleri frenlemeye ve sorunları sürüncemede bırakmaya yaradığı bir düzen...
ABD, Birleşmiş Milletler'in kararlarına aykırı şekilde Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ederek öncüsü olduğu bu "uluslararası düzen" putunu da devirmiş oluyor aynı zamanda.
İsrail'e kim dur diyecek?
İslam ülkelerinin pek çoğunun bir biçimde bağımlı ve İsrail için güvenli hale getirildiği bir ortamda kimin sesi ne kadar çıkabilecek? Suud, BAE ve Mısır zaten bu çevrilen dolabın mimarlarından. İran ise Hizbullah'a bir avantajı sağladığı ölçüde Filistin'e duyarlı.
Körfez ülkeleri birer banka şubesi. Farklı bir tavır sergilemeye çalışan Katar'a Suud-BAE çetesinin yaptığını gördük. Katar'a gösterdikleri tepkinin onda birini İsrail'e göstermezler.
Türkiye ise daha ilk günden en sert tepkiyi verdi. TBMM net bir tavır ortaya koydu, kamuoyu da dinamik bir destek sergiledi. Peki bundan sonra? Nasıl yapalım ki olsun?
***
Bu vesileyle öyle bir şey inşa edelim ki sokakta yükselen öfkeye sahip çıkabilsin, Müslüman halkların acze düşmesine mani olsun.Hilafetin kaybıyla yaşanan travmatik süreçlerin açtığı yaraları sarabilsin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın varlığı bu anlamda bütün İslam dünyası için bir avantaj.
İİT'yi, kararlarının bağlayıcı olduğu bir yapıya çevirerek işe başlayabiliriz. "Kudüs İslam'ındır" sözünü sloganın ötesine taşıyacak bir adım, yaptığı yanına kar kalan İsrail'in karşısına yeniden dikilebilecek bir siyasi irade ve gerektiğinde sert güç kullanma kararı alabilecek bir örgütlenme... Neden olmasın!
Kudüs'ü Fezviler, Muhammedler, Ammarlar, Abdullahlar sapanlarıyla korurken, onların mübarek direnişlerine güçlü bir destek için vesile kılalım ABD'nin kendi putunu yiyerek aldığı bu Kudüs kararını.
Batı dünyası için uluslararası kurumlar ve hukuk geçerliğini yitirirken İslam dünyası kendi kurumlarını teşekkül ettirebilir. Zalime karşı mazlumun yanında, demokrasi ve insan-kul hakkı perspektifiyle ışığın yeniden Doğu'dan yükseldiği bir dönemin kapısını açabilir.