ABD’de dış politikaya dair açıklama yapanlar bakan, özel temsilci, silahlı kuvvetler yetkilisi, istihbarat yetkilisi ya da Başkan olabiliyor. Her bir yetkilinin kendi alanıyla ilgili açıklama yapması, ABD ve dünya kamuoyunu bilgilendirmesi doğal görülebilir, eğer açıklamalar birbiriyle uyumlu ise.
ABD’den gelen tutarsız açıklamalar, muhatabı olan devletlerin politika oluşturmasını zorlaştırıyor. Bunun bir taktik olduğunu ileri sürenler var. Tutarsızlığın şuurlu bir tercih olduğunu iddia etmek için ise bu politikadan ABD’nin yarar sağlıyor olması gerekir.
Trump’ın iktidara geldiği andan itibaren attığı her adımın sonuç itibarıyla iki duruma yol açtığı söylenebilir. Bunlardan birisi, Avrupa ve daha birçok yerde milliyetçiliğin yükselmesi. Göç baskısı ve ekonomik zorluklarla beslenen aşırı milliyetçiliğe bugün Amerikan karşıtlığı da ekleniyor; dolayısıyla bu eğilim katmerlenmiş oluyor.
Ayrıca, birçok devleti ve toplumu kendisine düşman kılmayı başaran ABD, aynı zamanda savaş ve çatışmaları da meşru hale getirmiş oluyor.
Rakibini güçlendirmek
ABD politikaları, başkalarını da benzer biçimde davranmaya zorluyor. Bu politikanın ABD üstünlüklerine dayandığı ve diğerlerini alt etme konusunda Trump’ın elini güçlendirdiği ileri sürülebilir. Ancak sonuçlara bakıldığında, bu politikadan yararlananın ABD değil, Rusya ve bir ölçüde Çin olduğu görülüyor.
ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır dışında, neredeyse hiçbir ülkeyle ilişkilerinde ısrarlı bir tutarlılık içinde değil. Avustralya ve Yeni Zelanda ile ilişkilerinin de Britanya’nın itirazı olmadığı için iyi gittiği belirtilmeli. Öte yandan diğer müttefiklerinin iktidarlar düzeyindeki varlık biçimleri, gelecekte de ilişkilerin böyle yürüyebileceğini garanti etmiyor.
Avrupa’yı sıkıştırırken halkları milliyetçiliğe, devletleri Rusya’ya iten ABD, Ortadoğu’daki varlığını da örgütlere güvenerek sürdürüyor.
Örgütler üzerinden siyaset yapmak, ABD geleneklerinden çok Avrupa ve Rusya geleneklerinde var. ABD, bu konularda “ince” siyaset yapan bir ülke değil, örgütler, aşiretler ya da tanımlı kesimler üzerinden yürüttüğü siyaset hızla açığa çıkan ve ABD ile başka devletleri karşı karşıya getiren bir tarza sahip.
Bu noktada vahim olan, ABD’nin karşı karşıya kaldığı devletler düşman olarak ilan ettikleri değil, tam tersine müttefikleri olması.
Belirsizliği artırmak
ABD politikalarından nasibini alan ülkelerden birisi Türkiye. İki devlet arasındaki hemen tüm sorunların gelip düğümlendiği konu ise Suriye. Suriye’de kendi varlığını teminat altına almak, İran etkisini kırmak, Türkiye’ye de baskı yapma aracını elinde bulundurmak için ısrarla YPG’nin hamisi pozisyonunu koruyor.
Eğer Suriye coğrafyasındaki tek oyuncu İran bağlantılı gruplar, DEAŞ ve YPG olsaydı, bu politika ABD açısından anlamlı olabilirdi. Ancak Suriye’de rejim yerinde duruyor ve Rusya tüm güçleriyle bölgede. Ülkenin geleceği de, Rusya’nın tutumu ile Esad’ın akıbetine bağlı. ABD’nin bu iki oyuncuya yönelik politikaları ise en karanlık konu.
YPG’nin desteklenmesinin Rusya-rejim-ABD ilişkilerinin neresine oturduğu belli değil, çıkarım yapacak fazla emare de yok. Dolayısıyla Türkiye açısından kabul edilemez olan sadece ABD’nin terörü desteklemesi değil; Suriye konusunda ne istendiğinin belli olmaması. ABD açısından “kabul edilemez” olan ise Türkiye’nin sadece askeri operasyonları değil; ABD’nin Suriye politikasızlığının ifşa edilmesi ve tam da bu tutumundan dolayı yine Rusya’ya alan açıyor olması.