Bu sözler, iki gün sonra ABD’de başkanlık koltuğuna oturacak Trump’a ait. Kehanetlerini daha çok sosyal medya üzerinden yapan yeni başkan, özellikle dış politikaya yönelik görüşlerini bu biçimde açık ederek ABD’ye zarar vermekle suçlanıyor. Suçlayan ise muhtemelen yakında koltuğundan alınacak olan CIA başkanı.
Trump, CIA’nın başkanlık yarışında kendisi aleyhine işler yaptığı kanaatine sahip; CIA ise Trump’ın Rusya manipülasyon ve kaset şantajları yoluyla başkanlık yarışını göğüslediğini ima ediyor. Dolayısıyla ABD’de Obama dönemindeki devlet kadroları, “Trump’ı Rusya’nın adamı” olarak görüp düşmanla işbirliği yapan ya da yapmak zorunda kalan biri olarak değerlendiriyor.
Kaset meselesini muhtemelen ileride yeniden ele almak durumunda kalacağız. Bugün için ise Trump’ın hem CIA uyarılarına meydan okuyan tavrının devam ettiğini söylemek gerekiyor. Örneklerden birisi, iki gün önce İngiliz The Times gazetesi ile Alman Bild gazetesine verdiği röportaj. Seçilen iki gazete dikkat çekici, ancak röportaj yapanların kişilikleri daha da dikkat çekici.
Trumpkimlere güveniyor?
The Times adına röportaj yapan, iktidardaki muhafazakar parti milletvekili ve eski adalet bakanı Michael Gove; Bild adına röportaj yapan ise görevinden ayrılacağını açıklayan Kai Diekmann. Diekmann, Türkiye’de de tanınan birisi ve “beni ilkesizlikle suçlayanlar, kendi ilkesizliklerinin açığa çıkmasından korkuyorlar” tavrıyla tanınıyor; Gove ise Brexit’in en önemli figürlerinden birisi. Önce bu süreci destekleyen, ardından AB’den çıkmak için o kadar da acele edilmemesi gerektiğini ifade eden Gove’a geleceğin İngiltere başbakanı deniyor.
Sadece röportaj yapılan kişilerin özelliklerine bakmak bile, Trump’ın politikaları açısından yeterli ipuçlarını veriyor. Bununla birlikte, sözlerine de kulak vermek gerek.
Trump, Merkel’i çok sayıda mülteciyi ülkesine almakla eleştirse de, işe Merkel ve Putin’e güvenerek başlayacağını açıklıyor. Bu güvenin nereden geldiğini ise AB’nin geleceği ile ilgili öngörüsünden anlamak mümkün. Trump’a göre Almanya’nın AB’nin diğer üyeleri üzerinde fazlasıyla belirleyici bir gücü var ve bu da “merkezkaç” eğilimleri hızlandırıyor.
Biz neden güvenelim?
Trump, Merkel’in AB’yi dağıtmasına mı güveniyor, orasını zamanla göreceğiz. AB’nin dağılmasının ABD’ye ne gibi bir yararı olacağını anlamak için de erken. Ancak söz konusu tutumun daha şimdiden bazı AB ülkelerini, örneğin Fransa’yı, AB’yi savunmaya teşvik ettiğini söylemek gerekiyor. Kimbilir belki Trump’ın Avrupa’daki en belirleyici etkisi, Almanya üzerinden gelecek tasarımı yönünde olur. Bu, ya Almanya kaptanlığında bir AB’ye razı olan Fransa ya da Almanya’yı aşağı çekerek devam eden bir Avrupa anlamına gelir.
Hangisi olursa olsun, AB’nin küresel oyuncu olma olasılığı azalır. Trump da buna dayanarak meseleye NATO’yu da ekliyor.
NATO’yu demode bulan Trump’ın esas derdi, bu örgütün ısrarla Rusya’yı askeri olarak sıkıştırması. Putin’e güvenmeyi deneyecek bir başkan için NATO’nun bu tutumu bir engel. Ayrıca eğer Avrupa bu kadar Rusya’dan korkuyorsa NATO için daha fazla para harcamalı, Rusya ABD’yi tehdit etmiyor ama en fazla parayı harcıyor diyor.
Trump’ın Putin ve Merkel’e verdiği güvenin bir süresi olabilir, iki yıla kalmadan işler tersine dönebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin öncelikle NATO konusuna eğilmesi, ardından da AB’yi nasıl olsa dağılacağı varsayımıyla kenara itmemesi gerekir. Zira her ikisinin kaderi, Türkiye’nin kaderini etkiler; bugünkü kızgınlıklara yanıtmış gibi gelen sözler, yarın en yaşamsal sorunlara karşılık gelebilir.