Soçi mutabakatını takip ettiniz. Mevcut halde 150 saatlik takvim işlemeye devam ediyor. O takvim işlerken Soçi’de herkes kameranın önünde yaşananları gördü. Gelin ben size bir de kameraların arkasında yaşananları anlatayım...
***
Görüşmenin en çok 45 dakika süreceği öngörülmüştü. Dönüş uçağımızın kalkış saati de 18:00 olarak duyurulmuştu. A 330 Ankara’ya inecek ve biz oradan İstanbul uçağına geçecektik... Biletler de buna göre alınmıştı elbette... Basın toplantısı için, “ha şimdi ha az sonra” derken görüşme 6 buçuk saat sürdü... E hepimizin eve dönüş planları da aksadı elbette. Melih Altınok ve Meryem İlayda Atlas, ekibin zaman planlayıcısı olarak her yarım saatte bir plan güncellediler... İkisinin bulunduğu yerden sürekli şu ses duyuluyordu; “Şimdi başlasa toplantı, yarım saat sürse, buradan havaalanı 20 dakika, Ankara’ya varışımız...” Neticede en az dört sefer ileri atılan uçaklara da kimse yetişemedi...
***
Ben son uçakta da yer bulamayınca, Vahap Munyar geldi ve “Yanımdan ayrılma” dedi... Meğer Vahap Abi, İstanbul’dan Ankara’ya arabayla gelmiş sabahtan beri de araç Esenboğa’da bekliyormuş… Gece kalmaktansa ben de Vahap Abi’nin arabasına sızdım. Yola çıkınca öğrendik ki meğer Ali Adakoğlu, Bolu yakınlarındaki çok ünlü bir köftecide bize yemek ısmarlayacakmış... Arabamızı yanaştırdık, lokantaya çıktık. Köftemizi söyledik. Aldığımız cevap; “Kış tarifesine geçtik. İçerseniz sadece çorbamız var. Köfte yok…” Büyük yol pazarlığının en önemli kozu olan yemek işini Ali, üç tas çorbayla bitirdi anlayacağınız...
***
Zahid Akman kafilenin ağabeyi konumundaydı. Dolayısıyla sinirler gerildiğinde, açlık vurduğunda, susuzluk dayanılmaz olduğunda, bekleyiş uzadığında, biz genç kuşağı motive etmek de ona düşüyordu. Bir ara ‘şol cennetin ırmakları’ diye başladı hatta... Fakat “bir nedenden dolayı” arkasını getirmedi… Bir gün o muhteşem sesi uzun uzun dinlemek lazım...
***
Kimse belli etmek istemese de herkes gizli gizli Buket Aydın’ın meşhur Rolex’ini görmeye çalışıyordu… Toplantı salonunda da servis aracında da yan yanaydık... Dolayısıyla o Rolex’i yakından gördüm... Tartışmalar sırasında; “O kadar mesafeden Rolex’i tanıyacak kadar zengin değilim” diye yazmıştım. Şimdi yakından gördüm. Yine tanımadım… Fakat çok havalıydı…
***
Toplantı sırasında televizyonlarımıza yayın yaptık elbette... Bu aşamada herkes birbirine yardım etti... Mesela Dicle Canova’ya Vahap Munyar kameramanlık yaptı, Buket Aydın’a Serdar Karagöz... Kübra Par’ın kameramanı ise Meryem İlayda... Ben kendi selfie çubuğumu kendim tuttum…
***
Toplantı sonrası bütün hesaplar şaşıp da çok geç saate kalınca geri kalan her şey çok çok hızlı yaşandı elbette. Mesela uçağa yetişmek için verdiğimiz mücadele... Bizi havaalanına yetiştirmekle görevli kaptanımız Andrey’e; “gidebildiğin kadar hızlı git” demişler. O da bizdeki okul servis minibüsü benzeri o makineyi adeta uçuruyor... Bir ara hızımız limitlerin çok çok üzerine çıktığı bir anda, bir bisikletli yola fırladı... Kaptan, ustaca bir refleksle, belki de senelerce konuşulacak bir büyük trajediyi önledi... Soğukkanlılığıyla Serdar Karagöz, ‘endişe edecek bir şey yok, ben çok sık geliyorum hiç kaza yapmıyoruz’ diyerek heyeti esprileriyle yumuşatmaya çalıştı...
***
Şebnem Bursalı’nın hiç değişmeyen saç stili, Belkıs Kılıçkaya’nın sakinliği, Betül Soysal Bozdoğan’ın her krizde bile dingin tavrından ödün vermemesi, Aysun Torun’un her şart altında haber geçme çabası, Melih Altınok’un efsane sarı gözlükleri seyahate damga vuran diğer başlıklardı…