Türkiye son 10 yılda 10 seçim yaptı, tüm siyasi krizlerini sandıkta çözmesini bildi. Ak Parti'ye Cumhurbaşkanı seçtirilmediği, partinin laikliğe karşı odak olmak gerekçesiyle kapatılmaya çalışıldığı dönemde de bu böyle oldu, Gezi kalkışması ile başlayan yeni süreçte de. Gezi ile başlayan, 17-25 Aralık ile devam eden kriz, 30 Mart yerel seçimleri ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile aşıldı. FETÖ'nün ve bugün FETÖ tezgahı olduğu daha net anlaşılan Gezi konsorsiyumunun sandık dışı yollarla hükümet devirme girişimi, en başta siyasi liderliğin tavizsiz duruşu ve bundan güç alarak sandıkta iradesini ortaya koyan halkın demokrasiye güveniyle bertaraf edildi.
2013'ten bu yana yaşananları alt alta sıraladığımızda her krize sandığın çare olduğunu ve bu sürecin demokrasiye olan güveni perçinlediğini görüyoruz. Oysa krizler demokrasinin de aşındığı dönemlerdir ve bu biraz da işin doğası gereği böyledir.
Muhalefetin çokça diline doladığı OHAL meselesi bile Türkiye'de vatandaşın hayatına dokunmadan icra edilebilmiş ve dahası hükümet "Seçimden sonra ilk işimiz OHAL'i kaldırmak" diyerek muhalefetin elinden de bu propaganda malzemesini almayı bilmiştir.
Kaldı ki zaten iktidarını devam ettirmek isteyen hiçbir siyasi erk, halka olumsuz yansıyan ve dolayısıyla kendisi için maliyet üreten bir uygulamayı keyfi olarak devam ettirmek istemez. Çünkü bu siyasetin doğasına aykırıdır. Hatta geniş halk kitlelerini ilgilendiren ve elzem olduğu düşünülen bazı siyasi kararlar, siyasetin doğasındaki ‘popülizm’ dolayısıyla kolay kolay alınamaz.
***
7 Haziran seçimlerinde yüzde 41 oy almasına rağmen AK Parti'nin tek başına hükümet kuracak sandalye sayısına erişememesini PKK, hepimizin bildiği gibi, hendek terörü için fırsat olarak gördü. Devletin içindeki FETÖ unsurlarının yarattığı istihbari zaaf ve PKK'ya verdiği destek sebebiyle Türkiye bu dönemde adeta teröre teslim olmaya zorlandı. Bu karanlık geçitten yine sandıkla çıktı Türkiye.
1 Kasım'da millet güçlü bir irade ortaya koydu. Bu, hem FETÖ hem de PKK ile mücadelede halkın hükümete "sonuna kadar gidin" mesajıydı aynı zamanda.
15 Temmuz darbe girişimi, terör unsurlarının devletin şiddet kullanma tekelini kendine yontarak gerçekleştirdiği ölümcül bir hamleydi. Son umut diye bakıyorlardı 15 Temmuz'a. Darbe gerçekleşmiş olsaydı, Akşener'in deyişiyle "15'inden sonra işler değişecek"ti. Milletin vereceği reaksiyonu hesap edemediler fakat. 15'inden sonra işler FETÖ için değişti...
***
Seçime çok az bir zaman kaldı. Muhalefet partilerinin FETÖ'nün adını anmaması, terör ile mücadele konusunda seçmenin önüne güven telkin eden bir söylemle çıkmaması seçim sonucunu belirleyecek temel etmen olacak kanımca.
Avrupa tarzı siyasetine özenen, Türkiye'den de Macron çıkarmaya heves eden bir akım var; CHP'sinden SP'sine muhalefetin tüm adaylarını pençesine almış durumda. Zannediyorlar ki kendini dünya vatandaşı olarak niteleyen, ülke menfaatleri pek de umurunda olmayan, mevcuda karşı bıkkınlık hisseden x, y, z kuşağına uygun etliye sütlüye dokunmayan hercai siyasetlerle seçim kazanırız. Sonra da nasılsa Avrupalı hamilerimiz elimizden tutar...
Öyle değil! Dünyada seçim parametrelerini, sandık skorlarını, siyasi partileri-aktörleri ve küresel siyaseti belirleyen eko-feminist, LGBT-İ duyarlılığı olan sözde sosyalist-liberal soslu hareketler değil. Onlar işin garnitürü. Her zaman olduğu gibi asıl siyaset, aşağıda birileri bunlarla eğleşirken yukarılarda yapılıyor.
Yapacağımız seçim o üst ligle ilgili esasında. Türkiye'yi oraya taşıyacak mıyız yoksa önümüzde konulan sahte özgürlük oyunuyla büyük masanın iktidarına teslim mi olacağız?