2017’yi kısaca özetlemek üzere başladığımız bu ikinci yazıda elbette geride bıraktığımız trend olan “tehlikeli tırmanış”a da atıfta bulunmak gerekiyor.
Birbiri ardında yapılan seçimlerde, başta Avrupa olmak üzere, “kötü olan” tırmanışa geçti. Aşırı sağ, yabancı karşıtlığı, mülteci dramları ama en çok da İslam düşmanlığı bu tırmanış çerçevesinde alanını genişletti. 2018’e son hızla çalan alarm zillerini devrediyoruz. Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya başta olmak üzere Avrupa Birliği’nin belli başlı ülkeleri seçim yılından hasarlı çıktı. Sadece Avusturya’da koalisyon ortağı olma imkanı bulmuş olsa da, aşırı sağ bu ülkelerin tümünde adım adım hükümet alternatifi olma yönünde hatırı sayılır bir mesafe katetti. Bu ilerleme yılın son haftalarında düzenlenen faşist partiler zirvesinde de cansuyu oldu. Çek Cumhuriyeti’nde bir araya gelen Avrupa aşırı sağ partileri, 2019 yılında yenilenecek olan Avrupa Parlamentosu koltukları için zafer yemini ettiler. Paradoksal biçimde, kalkış noktalarından biri AB karşıtlığı olan Avrupa aşırı sağı, planlarını Avrupa kurumları üzerinden yapıyor. Alternatif AB kurumları oluşturma yönündeki hesaplarına karşın, yine de esas hedef AB. Müslüman düşmanlığında haddini aşan Avrupa sağı, mülteci düşmanlığında da bağlılık beyanında bulundular. Avrupa kıyılarına Afrika ve Ortadoğu coğrafyasından mülteci botları ulaşmaya çalışıyor, Türkiye dışında hiçbir ülke yaraya merhem olma niyetinde değil. Avrupa ülkelerinin mülteci krizine ilişkin tek reçeteleri, gelen göçmen botlarını denize dökmek.
Brexit, İngiltere’nin AB’den çıkış süreci, hem Londra’yı, hem de Brüksel’i sarsmaya devam ederken, 2018’de bu dosyayı da yine önemli bir kaos bekliyor. İçinden çıkılamayan bir başlık haline geldi Brexit.
Başta Katalonya olmak üzere, Avrupa’da eskisinden daha fazla görünür hale gelen ayrılıkçı hareketler, yine AB’nin varlık sebebinin sorgulanmasına da neden oldu. Sınırlar daha fazla savunulur hale geldi.
Terörle mücadele adı altında Müslüman coğrafyalara yönelik operasyonlar tırmanışa geçti. ABD’nin Irak ve Suriye’de DEAŞ ile mücadele kılıfı altında, yeni oluşumlara kol kanat germe çabası, dünyanın süper gücü olma iddiasındaki bir ülkenin ayıbı olarak kayıtlara geçti.
Aynı şekilde FETÖ ile mücadele konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerine pek çok ülke saygılı davranırken, Batı’da müttefikimiz olma iddiasındaki ülkelerden ihanet sınırında adımlar gördük. Sadece FETÖ değil, Türkiye karşıtı her türlü yapıya açık açık destek oldular.
16 Nisan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumu öncesinde, başta Almanya olmak üzere, bazı Avrupalı ülkelerden açık açık “Hayır” cephesine verilen sınırsız destek ve “Evet” cephesine yönelik haddini aşan bir baskı sürecine tanık olduk. Tarih kaydetti. Türkiye tüm bunlara karşın yolunda ilerlemeye, mücadelesini vermeye devam etti.
Yılın son günlerinde ise tüm bu oyunların tutmadığına şahitlik ediyoruz. Önce ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanı sıfatıyla Türkiye’nin öncülük ettiği küresel itiraz ve ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yine Türkiye’nin öncülüğünde ezici bir çoğunlukla kabul edilen karar tasarısı.
Zorlu bir yıl oldu. Kötülüğün tırmanışa geçme çabasına, iyiliğin karşı koyma direncine tanık olduk.
2018’e umut devrediyoruz milletçe.