TSK bünyesindeki eğilimler her zaman önem taşımıştır. Geçmişte “Cumhuriyet'i koruma ve kollama misyonu” gibi sonuçta “siyasi” nitelik taşıyan bir misyon ondan beklendiği ve o, bu misyon ile zaman zaman ülke yönetimine müdahale ettiği için, “Nabzı tutmak” hayati nitelik kazanmıştır.
Sivil kadrolarca “Nabzın tutulamaması” diye bir gerçekliği de vardır Türkiye'nin. Devletin istihbarat kuruluşu bile, ya nabzı tutamadığı için ya da tuttuğu nabzı ülkeyi yönetenlere bildirmediği için askeri müdahale genellikle sivil kadrolar için sürpriz olmuştur.
Ak Parti iktidarları döneminde de ana hassasiyetlerden birisinin “Askerin nabzı” olduğu biliniyor. “Genç subaylar rahatsız” manşetleri nabızla ilgiliydi. Sarıkız, Ayışığı gibi cuntalaşma iddiaları, onlara bağlı Ergenekon - Balyoz davaları da Ak Parti döneminin “Nabız sınamaları”dır.
Ve 15 Temmuz. Okunan - okunamayan boyutlarıyla “Asker nabzını tutma” olayıdır.
Türkiye, 15 Temmuz'u, milletin direnişi ile atlattı.
15 Temmuz belki atlatılmış bir askeri darbe girişimi olarak “TSK bünyesindeki nabız”ın tutulmasını çok daha hayati biçimde ülke gündemine sokmuştur.
Darbe girişiminde bulunanların kimliği “aşağı yukarı” belirlenmiş olsa da “Gerçekten ana eğilimler nasıldır?” sorusu netleşmiş değil. (Bu arada aşağı - yukarı ifadesini kullanmam da, darbe girişiminde rol alanların tek renkli olmadığı, bir bileşimi içerdiği konusunda iddialar bulunması sebebiyledir.) Darbe girişimi ile bağlantılı tasfiyeler ne kadar sağlıklı, geride nasıl bir “Nabız” kalıyor, ülkeyi yöneten siyasi kadro ile geride kalan “Nabız” nerelerde buluşup, nerelerde ayrışıyor sorusu “Yarınlar” için kritik değerde.
Son süreçte kimi zaman birbirinden alıntılarla yapılan değerlendirmeler var. Metin Gürcan (t24 sitesi), Rasim Ozan Kütahyalı (Sabah), Verda Özer (Hürriyet) TSK bünyesindeki eğilimlere ilişkin rakamlar verdiler. Bu rakamlardan en çarpıcı olanın “AK Parti'nin TSK bünyesindeki karşılığı yüzde 1 bile değil” tarzındaki ifade olduğu açık. Böyle bir tespit, -eğer doğruysa şerhini hemen düşelim- hiç şüphesiz bir siyasi kıymet-i harbiye taşıyor.
“Ordunun yüzde 85'i ultra-laik... Kemalist, NATO'cu, Avrasyacı, ülkücü gibi tüm kategoriler bu yüzde 85'in içinde... Yani hepsi Atatürkçü ve ultra-laik... Yüzde 85'in dışında kalan yüzde 15 ise 'radikal.' FETÖ'cüler de bu gruba dahil...”
Verda Özer, Metin Gürcan'dan naklen şöyle bir tespiti paylaşıyor:
“Orduda iki temel yarılma olageldi: Laiklik ve üniter devlet yapısı. Son zamanlarda ise bir 3.sü ortaya çıktı: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı destekleyenler ve desteklemeyenler.” Bunu da 2 sebebe bağlıyor. 1.si; AK Parti’nin ordu içinde kurumsal parti kişiliğinin zayıflaması ve Erdoğan’ın şahsi karizmasının güçlenmesi. 2.si ise; 15 Temmuz kalkışmasının bir beka sorunu yarattığı, sonrasında 2. Kurtuluş Savaşı’nı verdiğimiz ve Erdoğan olmadan bu mücadelenin başarılı olamayacağı inancı.”
Bu ve benzeri tespitler, muhtemel ki, “Devlet” tarafından da okunuyordur.
Metin Gürcan'ın t24'te yer alan “Sivil-asker boşlukları’ nasıl yönetilmeli” başlıklı yazısı da, gündemde tartışılan ana zeminlerde, Siyaset - Toplum eğilimleri ile Asker arasındaki açı farklarına işaret ediyor ve soruyor:
“Ne dersiniz? Acaba 15 Temmuz sonrasında TSK sivil toplum kadar mı dindar, demokratik, milliyetçi, laik, NATO’cu, Avrupa Birliği’ni destekler olmalı? Yoksa bu kategorilerde TSK’ya (özellikle subay kadrolarına) özel oranlar mı hedeflemeliyiz? Şayet özel oranlar hedefleyeceksek yüzde kaç ve niçin?”
Ve uyarıyor:
“Unutmayın subayının kafasındaki işletim sisteminin nasıl çalıştığını bilemeyen her toplum sivil-asker ilişkilerinde yeni sürprizlerle karşılaşabilir."
Ve uyarıyor:
“Anlaşılan asker kendi kendini dönüştüremeyecek, bu konuda sivilin elinde de kayda değer bir şey yoksa yandı gülüm keten helva....” (http://t24.com.tr/yazarlar/bilinmeyen/sivil-asker-bosluklari-nasil-yonetilmeli,17611)
Belli ki askeri alan ülke için her bakımdan hayati gündem olma özelliğini sürdürüyor.