Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM) aldığı kararın gerekçesinde en çok öne çıkan husus OHAL. Fransa'daki OHAL'in lafını dahi etmezken Türkiye'yi OHAL üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışmak yekten FETÖ ve PKK'ya kalkan olmaktır. 15 Temmuz'dan bu yana başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin sessizliği, darbeyi kınamayıp darbecileri savunmaya kalkmaları bunun ifadesiydi.
16 Nisan'a giden süreçte bir kez daha gördük; FETÖ ve PKK üzerinden hayır kampanyasının bir parçası oldular. 'Hayır'a yükledikleri anlamı buradan da tahmin etmek mümkündü ama içeri de pek çok aktör bu amaca aldırış etmeden 'hayır'ı savundu.
'Evet' ise Türkiye'nin önüne açacağı imkan, sivil siyasete dolayısıyla demokrasiye yapacağı katkının yanı sıra 2013'ten bu yana Türkiye'nin kendi istikametini tayin çabasına engel olmak için ittifak eden tüm aktörlere çok büyük bir cevap oldu.
Hem küresel hem bölgesel siyasetlerin değiştiği, kartların yeniden karıldığı bir vasattayız. Türkiye'nin kendi sınırlarını güvenceye alması, demokrasisini, devletin sac ayağı olan kurumlarını sağlamlaştırması ve karar alma mekanizmalarını hızlı işler hale getirmesi hayati önemdeydi.
Türkiye bunu başardı.
Şimdi daha rahat işimize bakabiliriz.
AKPM'nin kararına başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türk yetkililerin verdikleri cevapları böyle değerlendirdim. Erdoğan "Kararı siyasi buluyoruz ve çok da abartmıyoruz. Samimi davranmadılar, sözlerini tutmadılar" derken Avrupa'nın Türkiye'nin demokratik uyum sürecini gerektiği gibi takdir etmediğini söylemenin yanında demokratikleşmenin artık Avrupa'nın perspektifi olmaktan çıktığını da ifade etmiş oldu. Ve tüm bu sopa gösterici, terbiye edici yaklaşımların Türkiye'nin istikametini değiştirmesine yetmeyeceğini de...
Mesele de zaten bu; yani uzun süredir Türkiye'nin sıkıştırılma sebebi, küresel bazı aktörlerin tayin ettiği istikamette değil kendi menfaatleri istikametinde yol alma, siyaset oluşturma çabası.
Türkiye ise tabiri caizse "Artık böyle, işinize gelirse" diyor.
AKPM'nin kararının PKK ve FETÖ'yü desteklemek anlamına geldiği aşikar. Dolayısıyla Türkiye'ye karşı siyasi bir operasyon olduğu da...
Wilders'leşen Avrupa
Fakat bundan ibaret değil; gerek Avrupa Parlamentosu gerekse AB'nin diğer organları üzerinden epey zamandır yürütülen anti-Erdoğan ve anti-Türkiye söylem ve eylemleri, Avrupa'nın içine düştüğü siyasetsizlik çıkmazının da göstergesi.
Bugüne kadar AB kurumları ve Avrupalı siyasetçiler üzerinden Türkiye'yi hedef alan uygulamalar, son olarak AGİT'in referandum ön raporunda ve AKPM'nin Türkiye'yi izlemeden çıkartıp denetleme durumuna alma kararında kendini gösterdi. AB ülkeleri liderlerinin Papa'nın kanatları altında verdiği pozun da işaret ettiği şey; Avrupa'nın hep bir ötekiye muhtaç olduğu.
İşler ters gittiğinde özcü duruşa geri dönmek ve Avrupa merkezciliğin olağan ötekisini yeniden diriltmek.
Avrupa'nın asıl büyük sorunu kendi içinde. Giderek "Wildersleşen" bir Avrupa var. Bir zamanların Avrupa değerleri dediğimiz şeylerin temsilcileri popülerleşemiyor bile. En sağ ile en solun Türk ve Müslüman düşmanlığında birleştiği, AB'den çıkmayı vadedenin de AB'de kalmayı vadedenin de Türk ve Müslüman düşmanlığına sarıldığı bir Avrupa.
Siyasetsizliğin yapısal bir soruna dönüşmesi çare olabilecek bir lider mevcut değil, ufukta da görülmüyor. Avrupa'nın hali hazırda en güçlü ismi Merkel'in söyleyebildiği tek şey "Avrupa Türkiye'ye karşı tek ses olmalı."
Hulasa bu iş böyle bir süre daha devam eder; fakat mühim olan Türkiye'nin ne yaptığıdır.
16 Nisan'dan sonra Türkiye'yi boyunduruk altına almak çok daha zorlaşmıştır.