Gençtik ve bu dünyaya söyleyecek bir sözümüz olduğuna inanıyorduk.
Soğuk Savaş’ın gri-bulanık günlerinde “küresel güçlerin” silahlarını çektiğinin, bu silahların, mazlum coğrafyalar üzerinde kanlı senaryolar hazırladığının farkında değildik.
Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği, birbirlerine tek kurşun atmadan, depoladıkları nükleer başlıklı balistik füzelerin kırmızı düğmelerinden uzak durarak, dünyanın farklı bölgelerinde bilek güreşini sürdürüyordu.
Aslında, soğukkanlı, küresel gelişmelerin derli-toplu analizlerini yapan fikirlere ihtiyacımız vardı, ama, sağduyu, rafa kalkmıştı.
O sinsi ama kanlı hesaplaşma Latin Amerika’da bugün insanlık tarihinin yüz karası olarak adlandırılan askeri diktatörlükleri kurmuştu. Brezilya, Arjantin, Şili, Paraguay, Uruguay, San Salvador, Nikaragua, Guatemala... Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA’nın özel planlarıyla gerçekleştirilmiş askeri darbelerden akan bilgiler dehşet vericiydi!.. İnfaz mangaları, binlerce yaşıtımızın bir gecede korkunç işkencelerle öldürüldüğü haberleri, CIA destekli sınırlar ötesi örgütlenmeler, askeri diktatörlüklerin basit, çoğu masum veya biraz farklı düşünen insanların yaşamlarına vurduğu onarılmaz ağır darbeler...
Benzerini daha lise yıllarımızda, 1972 Muhtırası ile yaşamış, ne olduğunu bile anlayamadan çok genç yaştaki 3 gençlik liderinin, üstelik Meclis’teki “üçe üç” sloganıyla şekillenen intikamcı ruhla idam edildiğine tanık olmuştuk.Endişeli ve öfkeliydik.
Üniversiteye girdik ve 70’li yılların Türkiye’sinde yaşam bir kabus gibi üzerimize çöktü.
İki farklı küresel ideolojik grubun hesaplaşması topraklarımızda sürüyordu ve sistem, bize, kuşak olarak nefes almamız için kapı aralamaya da niyetli değildi.
Şu veya bu şekilde gözaltına alınmak, “sistemli işkence” ile tanışmak demekti, bir gençlik forumunda aykırı iki-üç cümle ifade etmek, “infaz listelerinde adının yer alması” anlamına geliyordu.
1974 Kıbrıs Harekatı’nda tek yumruk olarak birleşen güzel vatanımızın, üç yıl gibi kısa bir zaman diliminde kentlerinde mahallelerin bölündüğü, “öteki düşünceden” insanların yaşamalarına kahvelerde bile izin verilmediği korkunç bir hesaplaşmaya gittiğini izliyorduk.
O günün siyasi kadrolarından “durun, aslında hepiniz vatanseversiniz, şu işi sakin tartışın” diyen çıkmadı. Gazete köşe yazıları ise sanki bir iç savaşa benzin taşıma yarışındaydı.
Oysa, çok değil, bütün o kanlı senaryoların yaşandığı karanlık yıldan 14 yıl sonra o günlerde birbirimize silah doğrultacak ölçüde düşmanlaştırıldığımız merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile dost olacak ve bu dostluğumuz onun, bugün bir FETÖ (ABD?) komplosu olduğu belirtilen ölümüne kadar sürecekti.
Aslında, üzerimizdeki “küresel komployu”, 12 Eylül’ün paşası Kenan Evren “bir oradan bir öteki taraftan asarak dengeyi koruduk” dediğinde fark etmiştik, birbirimize elimizi uzatmamız, aynı masalarda yemek yiyerek sohbet etmemiz yine de 10 yılımızı almıştı.
1 Mayıs 1977’de Atatürk Anıtı’nın çevresindeki gençlerden biriydim, üzerinden 40 yıl geçmiş. Yoğun ateş nedeniyle kendimi Anıt’la, otobüs durakları arasındaki yola attığımda hayatımda ilk kez, insan bedenine giren kurşunun çıkardığı o berbat sesi duymuş, ölen insanlara çaresizlik içinde bakmıştım.
Hepimiz biliyoruz, 1 Mayıs 1977, o sırada “Sovyetler’e yakın” çizgisini onaylamadığım DİSK ile yine gençlik yıllarımda uzak durduğum farklı fraksiyonlardaki sözde sol grupların yarattığı gerginlik sayesinde NATO’nun GLADIO’sunun işlediği bir cinayettir.
Bu nedenle aydınlatılamadı, Türkiye tarihinde kara bir siyasi delik olarak varlığını koruyor.
Bütün bunları, bu günün gençleri için anlatıyorum: Bazen, önünüzde uzanan yaşamın size kapı aralamadığını, zorlu bir mücadele sonucunda hedeflerinize ulaşabileceğinizi düşünebilirsiniz. Aslında “yaşam” dediğimiz kavramın tılsımı da budur.
Uzun yolculuğunuzun önüne tuzaklar kuranların olabileceğini asla unutmayın.
Sizlerin arasına duvar örenlerin var olabileceğini de asla hatırınızdan çıkarmayın.
Toplum, önceki kuşakların zorlu deneyimlerinin sağladığı birikimle, bu birikimlerden doğru yer ve zamanda yararlanarak barışçı ve demokratik olgunluğa ulaşır.
Size, 40 yıl önceden bir mesaj veriyorum...
Tartışın ama ötekileştirmeyin. Savunun ama tahrip etmeye çalışmayın.
Yaşam tahmin ettiğinizden daha renkli, sürprizlerle yüklü ve sürekli kendini yenileyen yolculuktur...
Unutmayın...
Birbirinize lazımsınız, birbirinizi asla kaybetmeyin... Birlikte yaşayın...