24 Kasım 2024 Pazar / 23 CemaziyelEvvel 1446

Oryantalizmin tahripkar bakiyesi ve Erdoğanofobi

Abdülkadir Özkan, Erdoğanofobi’nin salt Cumhurbaşkanı ile Batı arasındaki ilişki üzerinden okunamayacağını, Doğu–Batı çatışması bağlamında tarihsel ve felsefi temelleri olduğunu söylüyor. Hatta, İslam’a yönelik önyargı ve oryantalizmin tahripkar bakiyesinin çoğu zaman Erdoğan üzerinde yoğunlaştığından bahsediyor.

MEHMET HAKAN KEKEÇ4 Kasım 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Oryantalizmin tahripkar bakiyesi ve Erdoğanofobi
Danimarka Başbakanı Lars Lokke Rasmussen, ülkesinin Sunnmorsposten gazetesine ‘Türkiye’nin olası AB(Avrupa Birliği) üyeliği’ hakkında yaptığı yorumda, “(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan’ın başkanlığındaki Türkiye’nin AB’de yeri yok” ifadelerini kullanmıştı. Rasmussen’in bu sözlerini duyan, Ankara’yı Erdoğan öncesinde AB’nin başkenti sanır. Oysa Cumhurbaşkanı’nın her fırsatta ifade ettiği gibi, Brüksel zaten Türkiye’yi 1963’ten beri kapıda bekletiyor. Danimarka liderinin pek de orijinal sayılamayacak ‘gerekçesi’ (Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel de benzer ifadeleri sarf etmişti) gerçeğe temas etmese de, Batı’da son yıllarda ortaya çıkmış bir tür ‘siyasal hastalığı’ ortaya olduğu gibi seriyor. Nedir o siyasal hastalık? Abdülkadir Özkan bunu, çok yakın zamanda Kopernik Kitap’tan çıkan çalışmasında ‘Erdoğanofobi (Siyasette Erdoğan Korkusu)’ olarak adlandırmış. Özkan’ın bir ‘kavramsallaştırma’ peşine düştüğü değerli çalışmasına geçmeden önce, size artık hastalık boyutuna varmış ‘sathi Erdoğan karşıtlığına’ Batı’yı daha da iten bir – iki örnekten bahsetmem gerekiyor.
 
BİR SÖZÜN PEŞİNDE
 
Washington’ın en kıdemli diplomatları arasında sayılan ve 2008-2010 arasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan James Jeffrey, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ‘Batı’nın sessizliği’ hakkında çarpıcı –fakat bizi pek şaşırtmayan- ifadeler kullanmıştı. Jeffrey sözünü hiç sakınmadan, “Erdoğan Washington’da sevilmiyor. Erdoğan Avrupa’da da sevilmiyor. Otoriter görülüyor ve iyi bir oyuncu olmadığı düşüncesi hâkim. Batı daha önce Erdoğan’dan otoriter olan çok liderle muhatap oldu, olmaya da devam ediyor. Ama fark şu: Suudlar, Mısırlılar her koşulda bize yaltaklanıyor. Erdoğan ise bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor, dostumuz olmaya çalışmıyor” demişti.
 
Jeffrey’in tespitlerine katılmamak mümkün değil: Erdoğan bize yaltaklanmıyor... Bunun en net örneğini, Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı ve herkesin ezberlediği “Dünya beşten büyüktür” çıkışında görüyoruz. Yazar Alev Alatlı, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nde yaptığı konuşmada bu çıkıştan hareketle şu ifadeleri kullanmıştı: “Dünya beşten büyüktür dediniz ve tüm oligarkları boşa çıkardınız. Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı. O yetmez Daniel Defoe de kalkar, o da alkışlardı.”
 
“Beş” söylemi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’yi kapsıyor. Bu beş üyeden biri bile “hayır” dediğinde, BM’yi oluşturan 193 ülke durum ve şartlar ne olursa olsun BMGK kararı alamıyor. Orwell’in başyapıtı 1984’ün, özetle; her şeyin bir üst akılca gözlendiği, insanların mercek altında olduğu ve her şeyin tek tipe indirgendiği distopik bir iklimde geçtiğini göz önüne alırsak; küresel vesayet ‘distopyasını’ üretmeye BM’de başlıyor. Dolayısıyla “Dünya 5’ten büyüktür” çıkışı –Alatlı’ya göre- tüm oligarkları boşa çıkartıyor.
 
ŞARKİYATÇILIK DEĞİNMESİ
 
‘Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nasıl bir lider?’ sorusunu Abdülkadir Özkan, çalışması Erdoğanofobi’de “Statükoya meydan okuma cesaretini küresel ölçekte gösterebilmiş önemli bir siyasetçi” şeklinde yanıtlıyor. James Jeffrey örneğini belki Özkan’a inanmazsınız diye verdim… Buradaki ‘küresel ölçekte’ ifadesi önemli… Çünkü ‘statükoya küresel ölçekte meydan okuma’ Erdoğan’ın siyaset hayatında sadece yakın zamana tekabül ediyor. Oysa, Cumhurbaşkanı’nın ‘protest’ siyasal söyleminin ve siyasal aklının büyük oranda şekillendiği yıllar, Milli Görüş dönemidir. “(Erdoğan’ın) Sahip olduğu protest ruh, Milli Görüş’ün ilk yıllarında kendini gösterir. Milli Selamet Partisi ve Refah Partisi’nde genel merkezin ağır topları ile girdiği ilk fikri ayrışmalar onun Korkut Özal’ın başını çektiği ‘yenilikçiler’ arasında anılmasına neden olur.” diyen Özkan, nihayetinde ‘bir fobiye sahip olacak siyasal rahatsızların’ odaklandıkları noktanın temeline iniyor.
 
YAKIN TARİH ÇALIŞMASI
 
Bu noktada önemli bir parantez açmak gerekiyor: Elbette bütün ‘fobiler’ gibi, Erdoğanofobi de çarpık/’gerçek’ten uzan bir bakışın tezahürüdür. ‘Yaltaklanılmıyor olmak’ asla gerçek bir nefret etme sebebi olamaz. Yaşanan fobi’deki çarpıklığı besleyen ‘sabit fikirlere’ de değiniyor Özkan. Kitabın, kabaca ‘Müslüman olan demokrat olamaz’ diyen Fransız siyaset bilimci Prof. Olivier Roy ile başlaması tesadüf değil. Buradan da şu tespite doğru ilerliyoruz: Edward W. Said’in ifadesiyle Batı ‘öteki’ olarak konumlandırdığı İslam toplumları hakkında İslam düşmanlığı kodları üzerinden hareket eder ve bir fikir birlikteliği oluşturur. Batı’nın tarihsel altyapısına göre de Doğu ‘ötekidir’ ve İslam Doğu’ya ait bir dindir. Bu nedenle Batı siyasetinin ve medyasının ‘otoriterlikle eşitleyici bir söylem’ üzerinden Erdoğan’ı bir numaralı hedef haline getirmesi Said’in ‘şarkiyatçılık’ teziyle doğrudan irtibatlıdır. 
 
Kitapta, Erdoğanofobi’nin salt Cumhurbaşkanı ile Batı arasındaki ilişki üzerinden okunamayacak, Doğu – Batı çatışması bağlamında tarihsel ve felsefi temelleri olduğunu söylüyor yazar. Hatta, İslam’a yönelik önyargı ve oryantalizmin tahripkar bakiyesinin çoğu zaman Erdoğan’ın üzerinde yoğunlaştığından bahsediyor.
‘Erdoğanofobi (Siyasette Erdoğan Korkusu)’, Cumhurbaşkanı’nın ‘siyasi tarihine’ baştan sona odaklanan, ‘biyografi’ niteliği de bulunan değerli bir çalışma. Üstelik, arka plan bilgileriyle yakın tarihe meraklı okuyuculara da hitap ediyor.