19 Aralık 2024 Perşembe / 18 CemaziyelAhir 1446

O dönemi anlatmak için bir film yetmez

Oldukça zengin (!) bir darbe geçmişimiz olmasına rağmen ülkemizin geçirdiği çalkantılı dönemleri beyazperdeye aktarma konusunda fazla gayretli olduğumuzu söylemek mümkün değil.

Gülcan Tezcan1 Mart 2014 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
O dönemi anlatmak için bir film yetmez

12 Eylül darbesini ‘sol’dan gören çok sayıda film çekildi. Ancak onlar da ‘darbe’ mantığını, 12 Eylül’ün bize neler ettiğini hakkıyla anlatabilme noktasında iyi niyetli çabalar olmanın ötesine geçmedi.

1960 İhtilali ile ilgili yapımlar ise proje aşamasından hayata geçemedi. Hülya Koçyiğit’in uzun yıllardır Berin Menderes’i anlatan bir film için ne kadar büyük istek duyduğunu ancak bir türlü gerçekleşmediğini biliyoruz. Safa Önal, o film için saatler boyunca Aydın Menderes’i dinlediklerini ve döneme dair hemen her detayı birinci ağızdan kayıt altına aldıklarını söylemişti bir konuşmamızda. Belki de 1960 İhtilali’nin bir türlü beyazperdeye yansımamasında o darbeyi yapan zihinlerle, destekleyen ve alkış tutanların, sinema çevrelerinde de karşılıkları olmasının bir payı vardır. Kimbilir...

En yakın tarihli darbe olan 28 Şubat ise edebiyatta kısmen karşılığını bulsa da sinema ve tiyatroda henüz el atılmamış bir alan. Bu hafta gösterime giren Sürgün İnek, bu anlamda ilginç bir yapım. 28 Şubat 1997 Postmodern darbesinin yaşandığı günlerde irtica paranoyasının vardığı noktayı gösteren trajikomik bir olaydan yola çıkan filmde, Atatürk büstünü kıran bir ineğin sürgün edilişi konu ediliyor. 12 Eylül darbesini anlatan en güçlü filmlerden biri de yine darbeye ‘mizah’ penceresinden bakan Beynelmilel’di. Darbeci zihniyetin saçmalamakta nasıl sınır tanımadığı, hak ve özgürlük ihlali konusunda nasıl bir akıl tutulması yaşattığını gösteren bu türden yapımlar özellikle darbe dönemlerini görmemiş gençler için son derece öğretici.

DİNDARLIĞIN BÖLÜCÜLÜKLE EŞDEĞER OLDUĞU GÜNLER

Ulusalcılığın zirve yaptığı, dine ilişkin bütün günlük rutinlerin ‘suç unsuru’ sayılıp takibe alındığı ve fişlemelere kaynak teşkil ettiği, ‘dindar’ olmanın bölücü ve terörist olmakla eş tutulduğu, ‘başörtüsü’nün İslamafobi’yi besleyen en güçlü argümana dönüştüğü, başörtülülerin hayattan yasaklandığı 28 Şubat’ı mizah yoluyla perdeye taşırken meseleyi sulandırmadan ironik bir dil kurmak elbet kolay değil. Bir ilk film olarak Sürgün İnek, ilk bakışta bu anlamda üzerine düşeni yapmış görünüyor. Ancak Sürgün İnek’teki asker imajı bana nedense Mahzun Kırmızıgül’ün Güneşi Gördüm filminde köy boşaltan askerlerin sevimliliğini hatırlattı. Köylülerin omzuna dostça vurarak ‘Hadi kardeşim buralar çok karışık en iyisi mi siz boşaltın bu köyleri’ diyen askerlerin iyi niyeti ne kadar inandırıcı ve gerçekçi ise Sürgün İnek’teki ‘dengeci’ ve ‘serinkanlı’ askerler de 28 Şubat’ta yaşananları çok net hatırlayanlar için o kadar inandırıcı. Filmin tek kötü adamının Ankara’dan gelen müfettiş olması da filmdeki 28 Şubat atmosferinin ağırlığını yaşatmakta yetersiz kaldı bana göre.

Çok sağlam bir kadroya sahip filmde ‘Gezi’de rol alan pek çok ismin de yer alması ‘sanatın barıştırıcı dili’ni göstermesi açısından hayli manidar. Söz konusu 28 Şubat olunca ister istemez filmin bir yerinde 10.Yıl Marşı’nın yer almasını da bekledik ama nafile. Büst açılışında öğrenciler Plevne Marşı okurken ‘Neden 10.Yıl Marşı değil, neden?’ diye sormadan edemiyor insan.

Yine de 28 Şubat’ın ‘aptalca’ yasaklarının, göstermelik özgürlük savaşçılarının, sivil inisiyatiflerin ti’ye alındığı Sürgün İnek, keyifli bir seyirlik. Zekice espriler ve göndermelerle acı acı güldürüyor. 28 Şubat’ı anlatmak için elbet bir film yeterli değil. Sürgün İnek, umarız bu anlamda bir yol açıcı olur.