Türkiye’nin miğferi yine Türkiye

Mustafa Ekici / Yazar
3.12.2016

Doğu’da ve Batı’da temerküz eden güç odaklarının ikisinde de Türkiye’nin geleceği yoktur. Türkiye kendi başına bir güç odağıdır. Türkiye’yi güdümlü bir uzak Batı jandarma karakolu gören ekalliyet kabul etmese de bu ülke İslam dünyasının umududur.


Türkiye’nin miğferi yine Türkiye

Mustafa Ekici / Yazar

‘Güçlü olan istediğini yapar, zayıf olan ise çekmesi gerekeni çeker’

Tukididis /Antik Yunan Tarihçisi

‘Koka tarımı ile uğraşan vatandaşlarımıza Bolivya askerlerinin yanında ABD askerlerinin de ateş ettiği gözleniyor. Şimdi de uyuşturucu teröristleri olduk. Bize komünist diyemeyeceklerini anlayınca bölücü demeye başladılar. O da olmayınca kaçakçı dediler, 11 Eylül saldırılarından beri de terörist diyorlar.’ 

Evo Morales/Bolivya Devlet Başkanı

Eski defterleri açmaya gerek yok. Gerek yok çünkü kendini biteviye tekrar eden Batı, kibir dolu üstenci bakışıyla ve aynı mavalları temcit pilavı gibi tekrar ve tekrar yenileyerek önümüze mebzul miktarda malzeme koyuyor. Sadece son 10 yılda yaşadıklarımızı geçelim, son bir yıldakiler bile Batı ile yaşadığımız çelişkinin büyüklüğünü, katlanmak zorunda olduğumuz zillet dolu ilişkinin derinliğini ve asla sağalmayacak yaraları, ikiyüzlülüğü orta yere sermeye yeter de artar.  Onların ‘oğlanlarının’ başardıkları 12 Eylül, 28 Şubat ve diğer rezaletleri, en son 15 Temmuz işgal girişimini ve bu süreçleri hazırlayan siyasi ve bürokratik işbirlikçi çevreleri bu halk en az 200 yıldır biliyor da Tukididis’in dediği gibi güçlü olan istediğini yapıyor… Batı’nın yüz kızartıcı sömürgecilik tarihini de elan sürmekte olan işgalci, emperyalist sömürü sürecini de bütün Doğu halkları, İslam milleti ta böğründe hissetmektedir. Buradaki asıl sorun bütün bu rezaletlerin bir şekilde ‘yerli’ işbirlikçi çevrelerin faaliyetleriyle kendi kamuoyumuzda da kafa karıştıracak düzeyde ‘haklı’, ‘insani’ gibi sunulabilmesi, bunun başarılabilmesi, bu rezil propagandaya cüret edilebilmesidir.

Muazzam bir güç birliği

İnsan nisyan ile maluldür. Önümüzdeki en yalın gerçeklerin bile çarpıtıla çarpıtıla eğrildiklerini her gün müşahede ediyoruz. Müslüman ve Sünni Kürt tabanından rezil bir Batı işbirlikçisi sosyoloji ve güç devşirmek üzere, Batılı istihbarat ağları, ‘yerli’ siyasi ve bürokratik işbirlikçi elitler, sözde aydınlar, ‘Türkiye’de Müslümanların çoğalmasından endişe eden’ gazeteciler, sermaye grupları, elbirliği ile muazzam bir oyun planı içinde hareket ettiler/ediyorlar. Kendi kapalı evreninde kendine has bir sekter sol örgüt tarihi icad/inşa ederek, bu rezaleti bütün Kürt toplumuna mal ederek, daha da ileri gidip, cumhuriyet elitinin ürettiği garip Batılı sosyoloji ile de irtibatlandırmak için ‘demokrat ve ilerici’ güçler jargonunu kullanan bu çevreler, en nihayetinde bir avuç silahlı Marksist/Stalinist terör örgütü idiler. Duran Kalkan’ın bir ilkokul müsameresi komikliğinde ilan ettiği güç birliği işte bütün bu şamatanın ete kemiğe bürünmüş en net resmi idi.

12 Mart 2016’da, Türk solu ve Kürtçü sol örgüt basınının büyük bir yaygara ile duyurduğu işbirliği haberinde tekaüt devrimci Duran Kalkan “Bugün burada faşizmi kahredecek, halklarımız için ise yeni bir umut ışığı olacak bir bilgiyi paylaşmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Aralık ayından bu yana gerilla alanlarında yürütülen tartışmaların güç ve eylem birliği temelinde bir birlikle sonuçlandığını, bu birlikteliğin ‘Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ olduğunu ve bileşenlerinin de TKP/ML, PKK, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP LENİNİST, TİKB, DKP, DEVRİMCİ KARARGAH ve MLKP” olduğunu halklara müjdeliyordu.

Bu resim Gezi’de ülkenin sokaklarını işgal eden vandalizmde de apaçık gözümüzün önünde idi. O gün de faşizme karşı ‘halkların’ özürlüğünü savunuyorlardı, o gün de onlarca Batılı istihbarat ağı tarafından mahir biçimde yönlendiriliyor, kerameti kendinden menkul ‘bileşenler’ millet adına inisiyatif alıyor, rol kesiyor, oldukça ‘beyaz’ kadın ve adamlar milletin çocuklarını ‘direniş’e davet ediyordu. İşleri bittiğinde adlarını unutulmaya terk ettikleri Berkinler, Ali İsmailler, Ethemler, Hasan Feritler ve nicelerinin kanlı bedeninden ve daha nice acılardan yine en çok Batılı devletler güç devşiriyor, ülke kan kaybederken Batı başkentleri ülkeye her gün bu zemin üzerinden ayar veriyor, parmak sallıyor, tehdit ediyordu. O gün Atatürk Kültür Merkezi’nin duvarlarına asılan örgüt poster, bayrak, flama ve pankartlarının, Duran Kalkan’ın yabanda kurduğu ‘birliktelik’ masasının sağında solunda sıralananlarla birebir aynı olduğu görüldü. Hep aynıydılar.

Hesaptan muaf olanlar…

Ama bütün bu numara içinde mahir biçimde gözden kaybolan, iş siyaseten taşınamaz maliyetlere vardığında usulca ortadan sıvışan, ülkede ve dünyada bütün bu terör odaklarına adeta meşruiyet taşıyan, alan açan büyük siyasi organizasyonlar, önemli siyasi figürler, ilginç biçimde her zaman hesap ödemekten muaf tutuldular.

Gezi Parkı sürecinde, 1 Haziran günü ana muhalefet, Kadıköy’de yapacağını duyurduğu ‘özgürlük’ mitingini iptal etmiş ve üyelerini Taksim’e davet etmişti. O gün resmi olarak içinde yer almadıkları fotoğraf karesindekiler, Duran Kalkan’ın etrafına hizalananların ta kendileri idi.

Geçen haftalarda ülkenin ana muhalefet partisinin de katılacağı ifade dilen ve son anda katılmaktan vazgeçtiği duyurulan ama neredeyse tam kadro il örgütünün tekmil katıldığı bir gösteri yapıldı. Kartal’da düzenlenen gösterideki motto ‘Vazgeçmeyeceğiz’ idi. Yukarıda Duran Kalkan’ın etrafında hizalanan hemen bütün ‘DİRENİŞ/ CEPHE/ İSYAN/ İNİSİYATİF/ FORUM/ PLATFORM/ GİRİŞİM/ GÜÇBİRLİĞİ/ ÖRGÜT/ HAREKET’lerin tamamı yine oradaydı. Bütün bu örneklerdeki ilginçlik asla bir araya gelmeyeceği varsayılan, bir arada görülmeleri zinhar akla ziyan olan sembollerin, Atatürk/ Öcalan, CHP/ PKK.vs… yan yana getirilmesidir. Bu tam anlamıyla teröre bir tür meşruiyet kazandırma, bir alan açma hareketidir.

Türkiye’de 15 Temmuz işgal ve darbe girişimine zemin hazırlamak için ustaca kurgulanan kanlı ‘hendek ve özyönetim’ siyasetlerinde de yine benzer senaryolar icra edildi. Mahir bir şekilde ülkenin ‘aydın’ ve ‘demokrat’ çevreleri yekten ayağa kaldırıldı, binlerce memleket çocuğunun hendeklerde boğdurulması rağmına rezil bir kanlı tiyatro icra edildi. Yine siyaseten bu işin göbeğinde yer alanlar hemen hiç bir siyasi maliyet üstlenmedi. Hesap ödemediler. Neredeyse ülkenin ayarını bozacak denli muazzam bir yıkıcı enerjinin ortaya çıkarıldığı bu süreç boyunca ‘arkadaşlara’ tavsiyede bulunanlar. Hendek ve barikatlarda devrim fantezileri kuran kart devrimciler, ‘özyönetim direnişine’ ve ‘devrimci’ barikatlara selamlar yollayan nice siyasi figür, hiç bir şey olmamış gibi yine ‘yüce’ meclisin ‘muteber’ üyeleri olarak arzı endam ettiler.

Bütün bu tabloda adları geçenleri millet gayet iyi biliyor, tanıyor, neye hizmet ettiklerini gayet iyi takdir ediyor. Allah muhafaza bir savaş durumunda bu ülkenin değil, bize savaş açacak ülkelerin safında savaşacağını deklare edecek kadar uçuk olanlarından, buldukları her fırsatta Avrupa başkentlerine uçup Türkiye aleyhine lobi yapanlarına, her birini derin zihnine bir bir not ediyor.

Türkiye kendi başına güç odağı

Evet, tekrar başa dönelim… Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin AB müzakere sürecini dondurmasını aldığı bir kararı ile tavsiye etti. Ana muhalefet ve ‘ilerici’ ‘demokrat’ çevreler, yani Duran Kalkan’ın masa arkadaşları bu süreci çok korkutucu, ürkünç buldu. Aslında olan biten, Gezi’de Türk solunu, hendeklerde Kürt solunu ve 15 Temmuz’da en has evlatları FETÖ’yü sahada acı biçimde yitiren, vekaletlerle gidecek yeri kalmayan Batılı güç odaklarının son bir hamleyle yaptıkları blöfün etki gücünü yükseltmeye çabalayan ekalliyetin çırpınışıdır. Türkiye’de AB sürecini ciddiye alan çok az kimse kalmıştır. Kaderini, istikbalini bu milletle, bu milleti millet yapan değerler ile bir türlü birleştiremeyen, gözleri her daim Batı başkentlerinde korku ve ümit arasında gidip gelen, Gezi, hendek, FETÖ, her bir rezilliğe dört elle sarılanların artık bu yıpratıcı ruh halinden kurtulmalarının zamanı gelmiştir. Batı’nın, -bütün sömürge tarihi boyunca çok net ortaya koyduğu gibi- kimseye bir faydası olmadı, olmayacaktır. Onlar için bütün Ortadoğu halklarının, dini, milliyeti ne olursa olsun, hepsinin kanları bir tek varil petrol etmeyecektir. Demokratlıkları da insan hakları savunuculukları da, terörü telin etmeleri de çıkarlarının bittiği veya başlayacağı yere kadardır.

Doğu’da ve Batı’da temerküz eden güç odaklarının ikisinde de Türkiye’nin bir geleceği yoktur. Türkiye kendi başına bir güç odağıdır, olmalıdır, olacaktır. Türkiye’yi güdümlü bir uzak Batı jandarma karakolu gören ekalliyet kabul etmese de Türkiye bütün İslam dünyasının, mazlum Ortadoğu haklarının, bütün dünya ezilenlerinin umut kaynağı olmaya devam ediyor. Recep Tayyip Erdoğan’nın dirayetli ve cesur liderliği ile ortaya koyduğu vizyon ve attığı adımlar, gerek Doğu emperyalizmi gerekse Batı emperyalizminin ve onların yerli işbirlikçilerinin ayarını feci halde bozmuştur, bozmaya devam da edecektir. Türkiye’deki siyasi çevrelerin bu ağır gerçek ile yüzleşmeleri ve millet ile kader birliği ederek hareket etmeleri neredeyse tek çıkar yoldur. Kürtler adına siyaset ettiği savı ile Batılı istihbarat oyunlarına piyon yazılanlar yine Kürtler tarafından nasıl marjinal örgüt seviyesine indirildiyseler, benzer şeylerin ilk dönemeçte, Batı adına bu millete ayar vermeye kalkışanların, millete parmak sallayanların başına gelmeyeceği kuşkuludur.

[email protected]