Türkiye’nin yeni denge arayışları ve Avrasyacılık

Cengiz Sözübek / Araştırmacı - Yazar
21.01.2017

Her ikisi de son tahlilde ‘Doğulu’ olan Türkiye ve Rusya halklarının kültürel yakınlıkları, iki ülkenin ortak gelecek tasavvuru için en sağlam hazine olarak duruyor. Türkiye-Rusya ilişkileri, Türkiye devletinin ‘derinleri’nde kaybettiği mevzileri geri kazanmak için sahte korkular köpürterek istismar eden sözde ‘aydınlık’ yapılara bırakılmayacak kadar önemlidir.


Türkiye’nin yeni denge arayışları ve Avrasyacılık

Cengiz Sözübek / Araştırmacı - Yazar

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2005 yılında yaptığı “Ulusa Sesleniş” konuşmasında “Sovyetler Birliği’nin çöküşünün, yüzyılın çok büyük bir jeopolitik felaketi olduğunu kabul etmeliyiz” demişti. Benzer şekilde, bu yüzyıla da terekesi büyük ölçüde kalan 19. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi olan Osmanlı’nın çöküş sürecini de sayabiliriz. Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar muazzam büyüklükte bir Avrasya coğrafyası, iki büyük imparatorluğun ortadan kalkmasıyla oluşan boşluğun bir türlü doldurulamamasının küresel fay hatlarını sarsmasıyla oluşan felaketlerle boğuşuyor.

Osmanlı ve Sovyetler ‘coğrafyaları’nın tabiî varisi olan, kimi zaman mecburi ittifaklarla ortak bir kaderi paylaşan ama çoğu zaman ‘mecburi’ düşmanlıklarla birbirlerinin kaderlerini ölümcül bir şekilde etkileyen Türkiye ve Rusya, tarihin uzun süredir kenarında debelendiği ama bir türlü dönemediği kritik bir ‘dönemeçte’ yeniden bir karar almak durumunda.

Bir Gladyo projesi

Rus Çarı I. Nikola’nın, 1853’te İngiltere’nin Rusya’daki elçisi Georgia H. Seymour’la “Kollarımızın arasında hasta bir adam var... Türkiye ansızın ölebilir. Bu takdirde üzerimize kalacaktır” diyerek ‘dertleşirken’ söylediği ve Avrupa’nın da sahiplendiği “Hasta Adam”ın “bir daha dirilmemek üzere ölmesi” için alınan İngiliz-Rus ortak kararı, iki ülkenin ama özellikle de Osmanlı’nın Batı ile ilişkilerini belirleyen Osmanlı-Rus savaşlarının son halkasıydı. Stalin Sovyetleri’nin Türkiye’yi NATO üyeliğine ‘mecbur’ bırakması ve devamında tüm askeri ve ekonomi politiğini Batı standartlarına göre belirlemesiyle sonuçlandıracak süreci tetikleyecekti.

15 Temmuz darbe ve işgal kalkışmasıyla birlikte, Osmanlı-Rusya-Batı arasında birbirini dengeleyen güç mücadelesi yeni bir aşamaya geçti. Osmanlı’nın İngiltere’nin desteğiyle Kütahya’ya kadar gelen Kavalalı’ya karşı Rusya’dan yardım istemek zorunda kalması gibi, “kıvama ereceği ana kadar” sinsice devletin derinliklerine sızan ve Gladyo’nun 40 yıllık bir proje olarak “duvara astığı” FETÖ silahını 15 Temmuz’da kullanmasıyla birlikte benzer bir “mecburiyet”le karşı karşıya bırakıldık.

Türkiye neredeyse Tanzimat’tan bu yana kapısında beklediği ve Soğuk Savaş boyunca en sadık müttefiki olduğu Batı’nın, I. Dünya Savaşı’nda yarım kalan hesaplarını bitirmeye kararlı olduğuna 15 Temmuz’la birlikte iyice ikna oldu. FETÖ liderine yataklık eden ve 15 Temmuz’u İncirlik üssünde FETÖ’cü subaylarla birlikte planladığı yönünde ciddi iddiaların olduğu Amerika’nın, 15 Temmuz’dan bir ay sonra ‘lütfen’ kabilinden geçmiş olsuna gelen Avrupa ülkelerinin, Türkiye’ye karşı ne kadar samimi olduklarına dair yeni bir teste ihtiyaç kalmadı.

Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında devlet kertesinde yeni denge arayışları için ilk akla gelen ülke ise ‘Avrasyacılık’ üst çatısıyla birlikte yine Rusya oldu. 2002 yılında dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın, bir konferansta kendisinden önce konuşan ve “AB Hıristiyan kulübüdür ve bizi asla üye olarak kabul etmeyecekler” diyen Erol Manisalı’ya AB’ye üyelik konusunda katıldığını belirterek “AB, Türkiye’nin milli menfaatlerini ilgilendiren sorunlara menfi bakıyor. Bu nedenle Türkiye başka ülkelerle yapmalı. Türkiye’nin mümkünse, Amerika’yı göz ardı etmeden Rusya ve İran’ı da içine alacak şekilde bir arayış içinde olmasında fayda buluyorum” demesi, bu alandaki ilk büyük tartışmanın fitilini ateşlemişti.

Putin’in, devlet başkanı olduktan dört yıl sonra 2004’te Türkiye’ye yaptığı ilk ziyarette “Bugün çok cesur kararlar almak için buradayız. Bu ziyaret, Türkiye ve Rusya arasında yeni ufuklar açacak ekonomik ve ticari ilişkilere fırsat verecektir... Biraz karışık ve ilginç bir ortak tarihimiz var. Bu tarihte savaşlar da uzlaşmalar da var. Ama ilginçtir; en fazla olan şey işbirliği” sözleriyle başlayan yeni dönem, Türkiye-Rusya ilişkilerinin belki de tarih boyunca en ileri seviyede olduğu döneme tekabül ediyordu.

Kasım 2015’te Rusya uçağının Türkiye tarafından düşürülmesine kadar devam eden bu yeni dönemde yaşanan simge olaylardan birisi de 2007 yılında Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı ve ABD öncülüğündeki kutuplu küresel yapıya itiraz ettiği konuşmasının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin internet sitesinde bir süre yayımlanması olmuştu.

Kriz fırsata dönüşebilir mi?

Türkiye bir yandan Batı’ya karşı Rusya alternatifini bir koz olarak kullansa da diğer yandan bu stratejik işbirliğinden ve muhtemel ittifaktan mümkün olduğu kadar istifade etmenin yollarını arıyor. 2000’lerin ortalarında tartışılmaya başlayan bu yeni arayışlar, Rusya tarafından çeşitli kademelerde dile getirilen Avrasyacılık stratejisinin parantezinde değerlendirilebilir. Her ne kadar Avrasyacılık için Rusya’daki muhatap olarak Türkiye’de bilinen en simge isim Alexander Dugin olsa da Dugin’in hem Rusya devletindeki karşılığının oldukça sınırlı olması hem de “romantik bir Rus-Ortodoks ülkücüsü” olmaktan öteye gitmeyen Rusya merkezli Avrusyacılık görüşleri onu bu anlamda etkisiz kılıyor. Zaten Dugin’in Türkiye ile ilgili bilgisi de Türkiye’de Rusçuluğu ve Çinciliği anti-emperyalizm maskesiyle Avrasyacılık olarak paketleyen bir siyasi partinin analizlerinin Rusçaya tercümesinden öteye gitmiyor (mesela Dugin Gezi Parkı olaylarının ilk günlerinde, o siyasi partinin yayın organının attığı “Türkiye’de anti-Amerikancı halk darbesi” manşetini aynı ifadelerle Rusça olarak paylaşmıştı).

Türkiye’nin,  Avrasyacılık seçeneğini ya da Rusya’yla derinlikli bir ittifakı, Rusya devletinin “matruşkası”nın daha derinlerindeki isimleri üzerinden tartışması gerekiyor.

Peki, Türkiye ve Rusya arasındaki stratejik ittifak, Avrasyacılık ekseninde ekonomi, siyaset ve askeri alanlarda hangi derinlikle gelişebilir? 15 Temmuz sonrası konjonktürde yaşanan kriz, yeni fırsatlara dönüşebilir mi?

Her şeyden önce, Rusya’nın Avrasyacılığından anti-emperyalizm gibi bir sonuç çıkartmak “Dünya Beşten Büyüktür” diyen Türkiye ile o beşten biri olan Rusya’nın Amerika’ya adeta o beşi hatırlatan “BM yerine AB/NATO’yu kullanmayın” karşı duruşunu aynı kefeye koymak demek. Türkiye’nin gelişmiş bir demokrasi ve hukuk devleti ya da ekonomi politiği için Rusya’dan alabileceği herhangi bir norm da pratik uygulama da bulunmuyor.

Kafkaslar’da ve Balkanlar’da tarih boyunca süren çıkar çatışmalarını, Rusya’nın meşhur “sıcak denizlere açılma” ve “İstanbul: Üçüncü Roma” hayallerini bir tarafa bırakırsak; son olarak Suriye’de kendisini gösteren, Rusya’nın İslâm dünyasındaki Şiî eksenli konumlanması en temel jeopolitik yırtılma olarak iki ülkenin karşısında duruyor. Rusya, Soğuk Savaş’tan kalan garip bir “stratejik akıl”la hem Moskova’nın varoşlarında hem de federasyonunun en hassas uçlarında bulunan Müslüman nüfusun da dahil olduğu bir buçuk milyarlık İslâm dünyasıyla, 150 milyonluk İran Şiiliğiyle seküler Baasçılık üzerinden bir “bağ” kuruyor. Ne zamanın ruhu ne de Müslüman halklar, Soğuk Savaş’ın Baas artıklarını kabul edecektir. Bu gerçeği, topraklarında Müslüman nüfus istemeyen Avrupa anlamak istemese de dünyanın en geniş coğrafyasına yayılmış olan ve yirmi milyondan fazla Müslüman nüfusa sahip Rusya anlamak zorunda.

Rusya’nın İslâm dünyasıyla ilgili bu stratejik tercihi, küreselleşmenin ve Putin’in 2007’deki Münih konuşmasında söylediği “liberal değerlerin yıkıcılığı”na karşı Ortodoks Hıristiyanlıkla İslâm dünyasının birlikte hareket etme fırsatını da ortadan kaldırıyor.

Türkiye ve Rusya arasındaki ekonomik işbirliğinin; turizm, inşaat ve tekstilin ötesine geçerek büyük ölçekli bir teknoloji/sanayi hamlesinin yapılabileceği boyutlara ulaşması teknik olarak mümkün görünmüyor. Ekonomik anlamda yetişmiş insan gücü Rusya’dan ileride olan Türkiye’nin en temel ihtiyacı olan teknolojiyi ve sermayeyi Rusya’nın tedarik etmesi de mümkün değil. Rusya’nın Türkiye’ye transfer edebileceği teknoloji, askeri ve nükleer enerji alanlarında olabilir. Türkiye’nin NATO doktrinlerine göre belirlenen askeri standartlarını değiştirmesi, üstelik de NATO silah sistemlerine düşman olarak kodlanmış silah sistemlerine sahip Rusya’dan yüksek teknolojili silahlar alması ise en azından kısa vadede mümkün görünmemektedir.

İki ülke arasında ekonomik işbirliğinin artırılması için dile getirilen bir başka konu ise yerli para birimlerinin kullanılmasıdır. Türkiye ve Rusya arasındaki ticarette Türk lirası ve Rus rublesi kullanımı, son beş yılı dikkate aldığımızda Rusya’dan ithalatı Rusya’ya ihracatının yaklaşık dört buçuk katı olan Türkiye’nin ihracat hacmiyle sınırlıdır. Bu açığı kapatmak için, Türkiye ile dış ticaret açığı verirken aynı zamanda Rusya ile dış ticaret fazlası veren ülkelerle her ülkenin kendi para biriminin kullanılacağı muhtemel ticari entegrasyon da benzer şekilde düşük hacimli olacak gibi görünüyor. Türkiye için orta vadede Euro ve Dolar gibi küresel para birimlerinin yıkıcı etkilerine karşı alternatif geliştireceği en sahici proje, Rusya’nın siyasi liderliğini yaptığı Avrasya Ekonomik Birliği ve/ya BRICS(Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ekonomilerinin kendi aralarında “ortak para birimi” ya da altın kullanmaları yönündeki çalışmalara Türkiye’nin de dahil olması olacaktır. Türkiye böylece yeni pazarlara açılarak ve kur sepetlerini zenginleştirerek Dolar ve Euro’nun tahakkümüne karşı daha az kırılgan olabilecek fırsatlar yakalayabilir.

Her ikisi de son tahlilde ‘Doğulu’ olan Türkiye ve Rusya halklarının kültürel yakınlıkları, iki ülkenin ortak gelecek tasavvuru için en sağlam hazine olarak duruyor. Türkiye-Rusya ilişkileri, Türkiye devletinin ‘derinleri’nde kaybettiği mevzileri geri kazanmak için sahte korkular köpürterek istismar eden sözde ‘aydınlık’ yapılara bırakılmayacak kadar önemlidir. 15 Temmuz’da ve sonrasında milletin imanı ve celadeti de göstermiştir ki, millet artık devletinin herhangi bir emperyal gücün vesayetini bir diğerininkine tercih etmesini kabul etmeyecektir.

[email protected]