İslamcılık, Osmanlı’nın yani İslam ülkelerinin merkezinin kurtarılması için ortaya konan çaba, İslam düşüncesinin yenilenmesi, bu toprakların ruhuna uygun olarak Maturidi-Hanefi yorumun tercih edilmesidir. Bugün Türkiye, milli ve yerli bir söylemi tartışırken en çok Osmanlı’nın son döneminde başlayıp Cumhuriyet’te akim kalan İslamcılığı mihver almalı.
Ercan Yıldırım / Yazar
İslamcılık düşüncesi siyasi tezlerin, kaygıların, hedeflerin ötesinde başta fikri ve toplumsal olmak üzere çok yönlü bir eleştiri, yenilenme, arınma çabasıdır. İslamcılık, birtakım yazarların kastında olduğu gibi sadece modern bir düşünce, ideoloji, hareket değil aynı zamanda İslam düşüncesinin yenilenmesi, güncellenmesi ve elbette Batı medeniyetinin karşısında Müslümanların tekrar galip gelmesine dayanır. Bu nedenle de İslamcılar bir taraftan tarihsel İslam düşüncesini, Müslümanların yapıp ettiklerini eleştirirken, onun yerine yeni bir anlayış teklifinde de bulunurlar.
Osmanlı’nın son döneminde felsefi bakımdan çok ciddi bir alt yapı oluşturulmasa da “taklit”e dayalı yöntemle Batı medeniyetini aşmak için Batı medeniyetinin araçlarını ya doğrudan ya da devşirerek alma kanaati, çelişkisi öne çıktı. Fakat Osmanlı devlet adamının da bir biçimde dahlinin olduğu yeni İslami düşünce güçlü bir entelektüel zemine sahipti.
İslamcılık yalnızca Renan’a, “İslam mani-i terakki değildir” demedi. Sadece İslam birliği fikriyatının peşine düşmedi; aynı zamanda itikat, ibadet, muamelat konularında zihni değişimler, çağın gereklerine uygun dönüşümler teklif etti.
Eşarilik mi Maturidilik mi?
İslamcılar en başta bilginin kaynaklarını tartışmaya açtı; geleneksel düşünme biçimlerine sert muhalefet ederek pasif, tümel, kaderci yaklaşımları, inançları, yöntemleri açıkça reddetti.
İslamcılık bir bakıma Eşariliğin kaderciliğine karşı Maturidiliğin, Hanefiliğin dinamik, eyleme dayalı, iradeyi, hürriyeti, aklı öne çıkaran söyleminin gerilerden alınıp öne çıkarılması, Batının ataklarına, devlet aklına, millet hayatına getirilmesi çabasıydı.
Osmanlı klasik döneminde etkili olan Eşariliğin kaderciliği bir biçimde siyasi otoriteyi meşrulaştırıyordu; fakat çöküş döne-minde artık pasif, tembel, miskin, “kaderine razı”, adeta Batı’ya teslim olmuş birey değil çalışkan, gözü pek, üreten, aklını kulla-nan, cihadı bilimle, teknolojiyle akılla yapan bireyler aranır oldu. İslamcılar bu süreçte bize özgü din yorumunu devreye alarak bir anlamda İngilizlerin, Fransızların öteki Müslüman milletlerin algılarını yücelten politikalarına karşı durdu.
İngilizler Arap Hilafeti, Fransızlar Arap Medeniyeti kavramları üzerinden Osmanlı’yı, Anadolu’yu etkisizleştirmek istiyordu. Dolayısıyla Ortadoğu havzasındaki din yorumu tam da yeni döneme uygun biçimde gelişti, İslami düşüncenin merkezi siyasi hadiseler gibi kayarak Suriye, Mısır, Arabistan’a taşınmaya başladı.
Arap havzasında selefilik İngiliz himayesindeki Arap milliyetçiliğinin doktrini oldu; buna karşı bazı tezleri kesişen İstanbul merkezli İslamcılık ise Maturidi-Hanefi düşünceyi geliştirdi. Kur’an ve Sünnet’e dönüş gerçekleşmese bile Maturidiliği ve Hanefiliği doğuran şartlara, hesaplaşmalara avdet gerçekleşiyordu.
Emeviler’in Arap olmayan kavimlerin Müslüman olanlarından yani mevaliden kafirler için belirlenen cizye vergisini almaya devam etmesi Maturidi-Hanefi mezheplerini geliştirmişti.
Osmanlı’nın son döneminde iki önemli havza yine benzer kaygılarla karşı karşıya geldi; asabiyenin milliyetçiliğe, selefiliğe-vehhabiliğe dönüşen tavrına karşı Maturidi-Hanefi düşünce mücadele etti. Burada ince ve kırılgan bir noktayı dile getirmek gerekiyor; İslamcılık düşüncesinin Osmanlı’daki seyriyle Ortadoğu’daki macerasının bir, beraber ve aynı saiklerle birlikte geliştiği zannediliyor.
Halbuki Ortadoğu-Arap havzasında güçlü selefi-vehhabi düşünce tevekküle, kadere rızaya dayalı miskinliğe değil onun ku-rumsal biçimi tasavvuf ve tarikatlara düşmanken Maturidi-Hanefi merkezli İslamcılık tevekkülün kendisine, insanı tembelleştiren dolayısıyla emperyalistleri aktif hale getiren “kadere rıza”ya, bidatların, hurafelerin, menkıbelerin aklı, iradeyi, kudreti öldüren yapısına karşı çıkar.
Maturidi kökler...
İnsanın tüm fiillerini kendisinin yarattığını savunan Mutezile ile insanın rüzgarın önünde bir yaprak gibi olduğunu söyleyen Eşarilik arasında Maturidilik ve Hanefilik orta yolu savunmuştur; “İnsan fiillerinin sahibidir” der İmam Maturidi “İnsan bir fiile yönelir fakat onu yaratan Allah’tır.” Tüm fiilerimizi Eşarilikte olduğu gibi Allah yaratmış olsaydı, ödül yahut cezalandırmadan söz edemezdik. Allah insana seçme özgürlüğü vermiştir; çünkü insan sorumluluk sahibidir, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini görme, öğrenme, tercih etme sorumluluğu bulunur. Eylem yapabilme kudreti ve niyeti Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir, akıl burada en önemli araçlardan biridir. Külli ve cüzi iradenin varlığına bağlı olarak insan her şeye güç yetiremez, gücü yettiği kadarıyla sorumludur.
İslamcılık düşüncesi dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olması bir yana insanın dünya hayatında Allah’ın halifesi olarak bulunmasının getirdiği sorumluluklarını hatırlatarak kişinin kendini ahrete odaklayıp dünyadan el etek çekmesinin İslami olmadığını savunur. Kaderine razı yani Batı emperyalizmini kabul etmiş, pasif, eylemsiz, teslimiyet içindeki düşünceyi, Müslüman portresini hareketlendirmek ister İslamcılar. Bu amaçla cari kavramlara yüklenir.
Tevekkül bunlardan biridir. Akif’in şiirlerinde hurafelerden bidatlara, sa’y’dan, kadere teslimiyete, tevekküle, taklide karşı pek çok mısra bulmak mümkündür: “Allah’a dayandım’ diye sen çıkma yataktan/ Manayı tevekkül bu mudur? Hey nadan!/ Alemde ‘tevekkül’ demek olsaydı ‘atalet’,/ Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?/ Çoktan kürenin meş’al-i tevhidi sönerdi;/ Kur’an duramaz, nezd-i ilahiye dönerdi.”
İslamcılık düşüncesi bu anlamda sadece siyasi olarak Batı’ya cevap vermenin, İslam’ı modernize etme gayreti manasında reformist ya da İslam modernizmi teklifi getirip sıradan bir ideoloji şeklinde tanımlamanın ötesinde İslam düşüncesini yenilemek biraz da Maturidi-Hanefi temele oturtmak demektir. Zira akıl, hürriyet, irade, bilinç gibi kavramlar burada devreye girer.
İslamcılığı selefilik biçiminde kategorize etmek ise kesinlikle hatalıdır.
Said Halim Paşa’nın da bahsettiği gibi “Türk Sünniliği Arap, Acem, Hint Sünniliği”nden farklıdır, bu toprakların dinamikleri kendine özgü olduğu için İslam aleminin zeval vaktinde kıta Avrupasını sahasına hapsedip, kapitalizmi yaklaşık dört yüz yıl eylemsiz bırakan bir İslami nizam kurulmuştur... Büyük Müesses Nizam, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgası bu hakikati belirginleştirmiştir. Kavramları siyasi gündemle yorumlamanın ötesinde dini anlamlarını yerli yerine oturtma çabası da müşahede edilir... Kanaat, kader, kaza, ictihad, sa’y, tevekkül, taklit, hurafe, bidat kelimelerinin karşılıkları bulunurken aynı zamanda ilmin taklide dayanmadan yapılması için bir zihin açıklığı gayreti de gözlenir. Bu manada İslamcılık düşüncesi bir taraftan Kur’an ve sünnete dönüş tezlerini savunsa da aynı zamanda aklı kullanmayı, iradeyi, içtihat kapısının açılmasını da kuvvetle sahiplenir.
Buhranı aşmak için...
İslamcılar, Müslümanlar için yeni bir yorum ve yol açmayı hedefler... Rehber olarak selefilik gibi sadece nakli almaz, Kur’an ve Sünnet’in yanında akla da yönelir. İslamcılık tabiatı, dünyayı, teknolojiyi felsefi bir hakikat olarak düşünme fikrine sahipti, bu girişim sistemleştirilemedi.
Said Halim Paşa’nın şu sözleri İslamcıların genel tezlerini anlatırken Maturidi-Hanefi yorumun gündeme getirilmesidir aynı zamanda: “Peygamberimiz, Şeriat vasıtasıyla ahlaki ve sosyal bütün gerçekleri bize öğretmiş; bundan sonra da fevkalade bir ısrarla, daha fazla ilim tahsil etmemizi, irfan ve kültür kazanmamızı tavsiye etmişti. (...) Müslüman, devamlı bir gayret ve azim ile çalışmalı, tabiatın sırlarını keşfetmeli, onun insanlar için sinesinde sakladığı sonsuz nimetlerden istifade etmelidir. Böylece Müslümanların, Şeriat’ın kendilerine sağladığı sosyal ve ahlaki saadetin yanında, ona uygun ve yardımcı bir maddi mutluluk da elde etmeleri gerekir.”
Hanefi-Maturidi yorum İslam düşüncesinin sıkıştığı dönemde Müslümanların ufuklarını şekillendirmişti, Hanefilik zaten rey okulu olarak bilinir, akıl yürütmeyi temel kaynaklardan sonra ve onları anlayıp yorumlayabilecek metod olarak benimser. Olay ve olguların sınırlılığına karşı aklın sınırsızlığını kullanma dinin emirlerindendir; İmam Maturidi en çok taklidî imanı eleştirir! Akıl ve naklin çelişmeyeceği, aklın da temel kaynaklar gibi olduğu yorumu Hanefiliğin ibadetlerde daha müsamahakar davranması, İslam ile imanı ayırıp Müslümanlığın sınırlarını genişletmesi imanın dönüştürücü gücünü kısmen zedelese de serbest dü-şünceyi, insana önem vermeyi, düşünceyi beraberinde getirdi.
Hanefi-Maturidi ekol İslam’ı asabiyeden kurtarıp insanlığın dini yaptı.
İslam düşüncesi, Türkiye, İslam alemi bugün ciddi bir boşluğun, yarığın içinde; elindeki tüm kimlikler, ideolojiler, ittifaklar, doktrinler, formüller iflas etti. İslam düşüncesi neredeyse mesiyanik yaklaşımın sembolü FETÖ ile DEAŞ selefiliği arasında sıkıştı. Bu kuşatmayı kırabilmek, batıniliğin mesiyanik tavırlarından nakilciliğin dogmatizminden ancak Maturidi-Hanefi metodolojiyle, bu topraklarda erken dönemde ikame edilen düzenin, Yunus Emre’nin dillendirdiği felsefenin yeniden üretilmesiyle çıkmak mümkün. “İslam’da düşünme engellendi” diyenler Türkiye’nin merkeziliğini örtmeye, selefiliği, “İstanbul’dan fikir çıkmadı” söylemini yaymaya çalışıyor. Kimileri İslamcılığı İslam modernizmi, tasavvuf karşıtlığı, Türkiye dışılık gibi sunarken kimileri de neoselefi tarzla sadece Kur’an ve Sünnet’e dönüş olarak alıp kendi etnik iddialarının meşrulaştırılmasında kullanıyor.
İslamcılık, Osmanlı’nın yani İslam ülkelerinin merkezinin kurtarılması için ortaya konan çaba, İslam düşüncesinin yenilenmesi, bu toprakların ruhuna uygun olarak Maturidi-Hanefi yorumun tercih edilmesidir. Bugün Türkiye milli ve yerli bir söylemi tartışırken en çok Osmanlı’nın son döneminde başlayıp Cumhuriyet’te akim kalan İslamcılığı mihver almalı.
Nakilcilik, asabiye, kadercilik, batınilik, mehdilik, özcülük emperyalizmi kuvvetlendiriyor... Bunun karşısında Müslüman bir iradenin çıkması Kemalist milliyetçiliğin değil bu topraklara özgü İslami yaklaşımın güncellenmesi, yenilenmesi, sahiplenilmesiyle mümkün olur.
@Ercnyldrm1