Türkiye’de anayasa değişikliği önerisi ile hükümet sistemi değişikliği yanında, yargı ile alakalı da esaslı değişiklikler yapılmaktadır. Bu değişikliklerden bir kısmına yönelik çok ciddi eleştiriler var. Burada önce yargıya ilişkin yapılan iyileştirmeler üzerinde duracağım; daha sonra da eleştirilere cevaplar vereceğim.
Adnan Küçük Kırıkkale Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi
Bu eleştiriyi yapanlar, maalesef ya Batı’daki uygulamalardan tamamen bîhaber ya bunları bildikleri halde işlerine gelmiyor ya da oradaki uygulamaları Türkiye’ye layık görmüyorlar. Batı’da da bizdeki HSYK benzeri kurumlar mevcuttur. Bu ülkelerde HSYK türü kurumların oluşumunda yeknesaklık söz konusu değildir. Bazı ülkelerde kürsü hâkimleri de Kurulda temsil olunmakta, bazı ülkelerde yasama organı ve devlet başkanı üye seçmekte, bazı ülkelerde üyeler parlamento tarafından önerilerek devlet başkanı tarafından atanmakta, bazı ülkelerde kurulun başkanlığını devlet başkanı, başkan yardımcılığını adalet bakanı yapmakta, bazı ülkelerde üyelerin tamamı hükümet tarafından belirlenmektedir.
Demokratik temsil niteliği
Anayasa değişikliğinde öngörülen üye belirleme yönteminin Batı’daki uygulamalarla uyumlu olduğu söylenebilir. Üyeleri belirleyen her iki kurum da demokratik temsil yeterliğine sahip olduğu için, bu yöntem HSYK’ya demokratik temsil niteliği kazandıracaktır. Yıllardır ülkemizde yargıda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların temelinin çok iyi tahlil edilmesi gerekiyor. 2010’daki anayasa değişikliği öncesinde HSYK’da belli bir ideolojik yapılanma söz konusu idi. Bu yapılanma hâkimler üzerinde tahakküm kurmaktaydı. Değişiklikten sonra bu kez FETÖ yapılanmasının yargı üzerine çöreklendiği görüldü. Her iki dönemde de yargının tarafsızlığı ortadan kalktı. Ayrıca bazı HSYK üyelerinin kürsü hâkim ve savcıları tarafından seçim yoluyla belirlenmesi yargıda ideolojik kamplaşmalara sebep oldu. Yargıdaki bu çatışma ve kamplaşmalar en çok yargıya zarar verdi.
Anayasa değişikliği önerisindeki HSYK yapılanmasına karşı çıkanlar, AK Parti’nin TBMM ve Cumhurbaşkanlığı vasıtasıyla yargıya tahakküm kuracaklarını söylüyor. Oysa şimdiye kadar uygulanan HSYK oluşum yöntemleri yargıdaki sorunları bir türlü gideremedi. O zaman burada asıl sorunun temelinin çok iyi teşhis edilmesi gerekiyor.
Kanaatimce sorunun temeli, hâkim ve savcıların kim tarafından atandığından ya da HSYK’nun nasıl oluşturulduğundan ziyade, hâkim ve savcıların hukuk, adalet, yeterlik, liyakat vb. özelliklerinden kaynaklanıyor. Bazı donanımlı ve liyakatli hâkim ve savcılarımızı istisna tutarak şunu söyleyeyim ki, bütün bu alanlarda yaşanan yetersizlikler, bazı hâkim ve savcıların tarafgirliklere yönelmelerine, adaletten uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Yargıya ilişkin sorunları hükümet sistemi ile ilişkilendirerek meseleyi halletmeye çalışmak, Nasrettin Hoca’nın samanlıkta kaybettiği yüzüğü gün ışığında aramasına benzer. Bir gün Nasrettin Hoca, karanlık bir yer olan samanlıkta yüzüğünü kaybeder. Bir süre yüzüğünü arar, fakat bulamayınca, gün ışığında, avluda yüzüğünü aramayı sürdürür. Bu durumu gören bazı köylüler “Hocam ne arıyorsun?” diye sorarlar. Yüzüğünü aradığını söyleyen Hoca’ya orada bulunanlardan birisi “Yüzüğü nerede kaybettin” diye sorar. Samanlıkta kaybettiği cevabını alınca “Hocam peki neden yüzüğü kaybettiğin yerde aramıyorsun” sorusu gelir. Hoca da “Orası karanlık, onu orada nasıl bulayım; burası aydınlık olduğu için burada arıyorum” der.
Nitelik ve yeterlilik artırılmalı
Samanlıkta kaybedilen bir yüzüğün sırf aydınlık olduğu için avluda bulunması ne kadar mümkün değilse, yargının kendi bünyesinde yer alan zihniyet temelli sorunların salt HSYK’nın oluşum yöntemi ile ilişkilendirilerek çözülmesi de o kadar imkânsızdır. Onun için yargıda yaşanan sorunların, HSYK ile birebir ilişkilendirilmeksizin bütünlük içerisinde kendi içinde çözülmesi gerekir. Aksi halde mesele, Nasrettin Hoca’nın samanlıkta kaybettiği yüzüğü avluda aramasına benzer. Kısaca yargının bizzat kendisi sorunlu ise, HSYK ne şekilde teşekkül ettirilirse ettirilsin, hükümet sistemi hangisi olursa olsun, benzer sorunlar yaşanmaya devam edecek; mevcut durum pek fazla değişmeyecektir. Burada yapılması gereken, yargıya ilişkin temel sorunların kendi şartları içinde tahlil edilmesi ve çözüm geliştirilmesidir.
O zaman bu mevzuda asıl yapılması gerekenler, hâkim ve savcıların nitelik ve yeterliliklerinin artırılmasıdır. Bu konuda Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’de mükemmel hükümler var. 1792. Madde’ye göre, hâkimler, hakîm (hikmet sahibi, âlim, âdil yargılamaya ilişkin meseleleri bütün incelikleri ile bilen), fehîm (akıllı, zeki, anlayışlı), müstakim (istikametli, doğru, hilesiz), emîn (emniyetli, kendine inanılan, güvenilir), mekîn (vakarlı, temkinli, sâkin) metîn (sağlam, kendine güveni olan, metanet sahibi) olmalıdır.
Hâkim ve savcılar burada sözü edilen şartları haiz oldukları takdirde, HSYK’nun nasıl oluşturulduğunun, hâkim ve savcıları kimlerin atadığının çok fazla bir önemi kalmayacaktır. anayasa hukukçusu rahmetli Prof. Dr. Bakır Çağlar’ın ABD’li bir anayasa hukukçusuna atfen söylediği bir söz var: “ABD Başkanları, Federal Yüksek Mahkeme hâkimlerini, verecekleri kararlarda, başkan olarak yapmış olduğu kararları iptal etmemeleri temennisi ile atar, fakat üyeler, genellikle bu temenni ile uyumlu kararlar vermez”. Bunun sebebi, hâkimlerin, tarafgirlikten ziyade, hukuk ve adalet ilkelerine odaklanmış olmalarıdır.
Bizde de gerek hukuk eğitiminde, gerekse hâkim ve savcıların, staj aşamasında ve mesleğe girişlerinde, yukarıda sözünü ettiğim Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’deki vasıfları kazandırma yönünde yoğunlaşılması gerekiyor. Bu sağlandığı zaman, hâkim ve savcıların, fikirleri, ideolojileri, eğilimleri hiç de önemli olmayacaktır. Hatta bu şartların tahakkuku halinde, gerek HSYK’nın yapılandırılmasında, gerekse hâkim ve savcıların atanmasında, çoğulcu bir yapının sağlanması çok hayırlı sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bilhassa fiili uygulamada HSYK bünyesinde çoğulculuğun sağlanmasının önemli olduğu kanaatindeyim. Tabii ki bütün bunlar salt kanuni düzenlemelerle, anayasa değişiklikleri ile bir çırpıda olabilecek şeyler değildir. En azından orta ve uzun vadede bu yönde bir yoğunlaşmanın olması gerekiyor. Unutmayalım ki, mülkün temeli ve ruhu adalettir. Adalet tesis edilemedikçe Türkiye’nin ileri medeniyetler seviyesine ulaşabilmesi mümkün ve muhtemel görünmüyor.