Müslüman Kardeşler hareketinin kendisini hedef alan bloğun genişlediğinin farkına varması ve gelecek vizyonunu bu yeni duruma göre çizmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda Müslüman Kardeşler’in siyasi mücadeleye aynı tempoda devam ederek elinde kalan son “güç kırıntılarını” da tüketmek ile yeni bir toparlanma için zaman kazanma stratejisini izleme arasında kaldığı söylenebilir.
Yrd. Doç. Dr. İsmail Numan Telci / Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Enstitüsü
Donald Trump’ın ABD’de iktidara gelmesi İslam coğrafyasında endişeyle karşılandı. Bu anlamda daha ciddi bir kaygıyı Ortadoğu ve Arap dünyasının en geniş kapsamlı sosyal ve siyasal hareketi olan Müslüman Kardeşler çok daha fazla hissetmiştir. Nitekim, Trump yönetiminin hareketi doğrudan hedef alarak terör örgütleri listesine ekleme girişimi İhvan liderliğinin endişelenmekte haklı olduğunu gösteriyor. Obama döneminde bazı Cumhuriyetçi siyasiler Müslüman Kardeşler’in terör örgütü ilan edilmesi için girişimlerde bulunmuş, ancak siyasi liderliğin desteğini bulamadıkları için bunda başarılı olamamışlardı. Ancak halihazırda ABD, Senato kararı dahi olmadan doğrudan Başkanlık kararı ile Müslüman Kardeşler’in terör örgütü ilan edilmesinin değerlendirildiği bir noktaya gelmiş durumda.
Bu nedenle Müslüman Kardeşler liderliği kendilerine yönelik ABD merkezli bu tehdidin bertaraf edilmesi için mesai harcamakta. Türkiye ve Katar başta olmak üzere birçok ülkede diplomatik girişimlerde bulunan hareket, ABD’nin bu yönde olası bir kararının getireceği riskleri muhataplarına iletiyorlar. İhvan kadrolarının bu temaslardaki amacı kendilerine yakın olan ülke yönetimlerinin Washington’un Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan etme planını askıya alması çağrısında bulunmaları.
Trans-nasyonal bir hareket İhvan liderliğinin bu konuda endişelenmekte haklı olduğu bir gerçek. Nitekim Trump yönetimi Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan etmesinin doğuracağı komplikasyonların farkında olmadan hareket ediyor. Özellikle ABD medyasında ve kamuoyunda Trump’ın bu yönde bir karar almasının getireceği riskler çokça dile getiriliyor. Bunlar birkaç ana başlıkta detaylandırılabilir.
Her şeyden önce Müslüman Kardeşler hareketinin barışçıl ve şiddetten uzak bir hareket olduğu konusunda uzmanların hemfikir olduğu bir gerçek. Bu durum özellikle akademide hareket üzerine çalışma yapan araştırmacılarca etraflıca anlatılmış. Bunun yanında trans-nasyonel bir hareket olan Müslüman Kardeşler’in Ortadoğu genelinde siyasi düzeyde faaliyet gösterdiği ülkelerde şiddetten uzak bir çizgi izlediği gözlemlenmekte. Ürdün, Tunus, Yemen, Bahreyn ve Kuveyt gibi ülkelerde Müslüman Kardeşler çizgisindeki partilerin parlamentolarda temsil edildikleri bilinmekte. Bunun yanında Müslüman Kardeşler hareketinin Fas’taki kolu olan Adalet ve Kalkınma Partisi 2011’den bu yana ülkede iktidarı elinde tutmakta ve başarılı bir siyasi liderlik sergilemektedir.
Öte yandan Mısır’da 2012 yılında demokratik seçimlerle işbaşına gelen Muhammed Mursi, kendisine yönelik her türlü muhalefet kampanyasına siyasi düzlemde cevap vermiş, 2013 yılının Temmuz ayındaki askeri darbe ile görevden uzaklaştırılmasının ardından bile taraftarlarına barışçıl muhalefet çağrısında bulunmuştur. Mısır’da askeri cunta yönetiminin uyguladığı baskı ve şiddet politikasına rağmen Müslüman Kardeşler hareketi şiddetten uzak ve barışçıl bir yöntem izlemiştir.
Müslüman Kardeşler’in terör örgütü ilan edilmesinin yaratacağı bir diğer sorun da hareketin ABD ve Kanada gibi ülkelerde de faaliyetlerinin bulunuyor olmasıyla ilgilidir. Her ne kadar hareket ile doğrudan bağı olduğu açıklanmasa da ABD’de yasal çerçevede faaliyetlerini yürüten birçok sivil toplum kuruluşu Müslüman Kardeşler çizgisini izlemektedir. Üye sayısı onbinlerle ifade edilebilecek bu kuruluşlar, Trump’ın Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan etmesi durumunda ilgili mevzuat gereği hedef haline gelebileceklerdir. Böylesi bir senaryo ABD içerisinde birçok sosyal ve yasal problemi beraberinde getirecek, terör ya da şiddetle hiçbir bağı olmayan ve uzun yıllar boyunca sivil toplum faaliyetleri yürüten kuruluşların lider kadroları ve üyeleri “terörist” olarak tanımlanabileceklerdir.
Üçüncü bir nokta da ABD’nin Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan etmesinin yasal alanda komplikasyonları beraberinde getireceğidir. Yale Üniversitesi’nde Hukuk profesörü olan Andrew March’ın dikkat çektiği gibi hareketin terör örgütü ilan edilmesi Müslüman Kardeşler üzerine bilimsel çalışmalar yapan araştırmacıların “terör örgütüne materyal destek” sunmakla suçlanabileceği sonucunu doğurabilecektir.
Trump ne kadar ileri gider?
Birçok araştırmacının Müslüman Kardeşler üzerine çalışmalar yaptığı, hareket üyeleriyle görüşmeler gerçekleştirdiği ve bazı durumlarda harekete danışmanlık yaptığı gerçeğine dikkat çeken March, ABD yasalarının Washington tarafından terör örgütü ilan edilen herhangi bir örgütle her türlü ilişkiyi yasakladığını, dolayısıyla ne amaçla olursa olsun Müslüman Kardeşler ile bir şekilde iletişim kuran ya da hareketle ilgili bilgiler ortaya koyan araştırmacıların hukuki problemler yaşayabileceğini ifade etmektedir. Örnek vermek gerekirse 22 Şubat 2017’de New York Times gazetesinde “Ben Bir Müslüman Kardeşler Üyesiyim, Terörist Değil” başlığıyla makalesi yayınlanan İhvan sözcüsü Cihad El-Haddad’la iletişime geçtiği için gazete terörist örgüte destek olmak suçlamasıyla yargılanabilecektir. Benzer durum üniversite yayınevleri, düşünce kuruluşları ve hatta bazı hükümet kurumları için de ortaya çıkabilecektir. Hukuki açıdan bakıldığında Trump yönetiminin Müslüman Kardeşler’e yönelik terör örgütü kararı almasının yaratacağı sonuçlar düşünüldüğünden çok daha komplike olabilecektir. Son olarak Trump’ın Müslüman Kardeşler hareketini terör örgütü ilan etme kararının ABD yasaları ile ne derece uyumlu olacağı da tartışmalıdır. Nitekim ABD’de 2011’de kabul edilen ve 2012’de yürürlüğe giren US Code başlıklı yasanın 1189’uncu maddesinde bir örgütün terörist ilan edilebilmesi için şu üç kriterin aranacağı belirtilmektedir: Örgütün yabancı olması, terör faaliyetlerinde bulunması ve terör faaliyetlerinin ABD vatandaşlarına ve ABD ulusal güvenliğine tehdit oluşturması. Bu açıklamalar dikkate alındığında Müslüman Kardeşler hareketinin burada belirtilen tanımlamanın dışında olduğu görülecektir. Nitekim kimileri yasal siyasi örgütlenmeler olmak üzere hareketin çok katmanlı bir yapısının olduğu ve hiçbir kolunun terör faaliyetlerinde bulunmadığı görülmektedir. Hareketin faaliyetlerinin ABD için bir ulusal tehdit oluşturup oluşturmadığı sorusu ise tamamen anlamsız kalmaktadır. Nitekim Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olduğu bilinen ve hareketin bulundukları ülkelerdeki temsilcilikleri olarak görülen siyasi oluşumlar ABD yönetiminin doğrudan ilişkisinin olduğu Fas, Tunus, Ürdün, Lübnan ve Irak gibi ülkelerde faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Dolayısıyla Trump yönetiminin hareketi terör örgütü ilan etmesi kararının daha önce Müslüman 7 ülke vatandaşlarının ABD’ye girişinin yasakladığı ve “Müslüman Yasağı” olarak anılan kararında olduğu gibi hukuki açıdan sorunlu olacağı ve bu anlamda savcılar tarafından engellenebileceği ihtimali gözardı edilmemelidir. Buna karşın Washington’un Müslüman Kardeşler ile en ciddi mücadeleyi yürüten bölge ülkeleri olan Mısır ve Suudi Arabistan ile yakın bir siyaset izleme niyetinde olduğu da gözden kaçmamalıdır. Trump’ın seçildikten hemen sonra Abdülfettah El-Sisi ile görüşmesi ve yine geçtiğimiz hafta içerisinde Suudi Arabistan İkinci Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile görüşerek samimi mesajlar vermesi bu durumun göstergesidir.
İhvan’ın zor seçimi
Bu anlamda dikkat çeken bir başka gelişme de geçtiğimiz günlerde yaşanmıştır. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis’in bakan yardımcısı olarak Anne Patterson’u atayacağını duyurması yönetimde Müslüman Kardeşler karşıtlığı ile bilinen kesimlerce tepkiyle karşılanmıştır. 2011-2013 yılları arasında Kahire’de ABD Büyükelçisi olarak görev yapan Patterson’un Müslüman Kardeşler destekçisi olduğunu iddia eden Ted Cruz ve Tom Cotton gibi cumhuriyetçi senatörler Mattis’in kararına karşı çıkmışlardır. Baskılar karşısında geri adım atan Mattis, Patterson’un bakan yardımcılığı adaylığını askıya aldığını duyurmak zorunda kalmıştır. Gelinen noktada Müslüman Kardeşler hareketinin önümüzdeki dönemde birtakım hayati kararlar alması gerekebilecektir. Hareketin, kendisini hedef alan bloğun genişlediğinin farkına varması ve gelecek vizyonunu bu yeni duruma göre çizmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda hareketin siyasi mücadeleye aynı tempoda devam ederek elinde kalan son “güç kırıntılarını” da tüketmek ile yeni bir toparlanma için zaman kazanma stratejisini izleme arasında kaldığı söylenebilir.
Bu süreçte Türkiye ve Katar gibi ülkelerin şemsiyesinin Müslüman Kardeşler için en güvenli sığınak olmaya devam edeceği söylenebilir. Ankara’nın Müslüman Kardeşler’i barışçıl bir siyasi aktör olarak görmeyi sürdüreceği de ön görülebilir. Öte yandan Müslüman Kardeşler liderliğinin de Türkiye’nin içinden geçtiği sıkıntılı dönemin farkında olarak pozisyonunu belirlemesi ve politikalarını bu durumu göz önünde bulundurarak şekillendirmesi beklenmektedir.